Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İki sanatçı, iki anı Uzun bir aradan sonra biraz rötarla başladığı turnesinin ilk durağı Ankara ODTÜ stadyumuydu.Geçen hafta sonu muhteşem dolunay altında stadyumu dolduran Ankaralılara harika bir konser verdi.ODTÜ'de günlerdir konserin tartışması sürüyordu. Üniversitenin Tarkan konseriyle açılması fikri, "devrimci ODTÜ" geleneğini sahiplenenlerde rahatsızlık yaratmıştı. Onlara göre, bir zamanlar sloganlarla çınlayan ve üzerinde hâlâ "Devrim" yazan tribünlerin "Oynama şıkıdım şıkıdım" diye inleyecek olması yadırgatıcıydı. Lakin dinleyen olmadı.Tarkan, konserin açılışında sahneye yerleştirilen perdede İngilizce albümle ilgili yıllardır bitmek bilmeyen "yapıyorum, yaptım, çıkacak, çıkmak üzere" demeçlerinden bir potpuri sundu. Kendisiyle inceden dalga geçti. İlkinin kahramanı Tarkan... Sonra da nicedir beklenen İngilizce şarkısını ilk kez söyledi. Ancak yıllar içinde öyle büyük bir beklenti oluşmuştu ki, Tarkanseverler pek tatmin olmuş görünmediler. Üstelik sahnede yerinde duramayıp sürekli dans eden, o ele avuca sığmaz star biraz hareketsizdi. Bu boşluğu, gösterişli sunum ve arada sahne alan bir dansöz doldurdu. Tarkan, "Şişmanladı, artık dans edemiyor" diyen açık ara rakiplerini olgun bir tavırla "Bırakınız söylensinler" diye savuşturdu. Konser bitiminde İngilizce şarkısını bu kez sözlerini ekrana yazarak ezberletmeyi denedi, birkaç kez yineledi ve konsere böyle son verdi. Sonra da kendisine bir dokunabilmek için çığlık çığlığa bekleşen hayranlarının arasından kaçıp gitti.Asıl anlatmak istediğim sahne bundan sonra başladı.Stadı dolduran gençler, akın akın dağılırken trafik kilitlendi. O sırada ODTÜ'nün jandarma çıkış kapısına doğru gidenler trafik selinin ortasında sıkışıp kalmış gösterişli, siyah bir jeep fark ettiler.Ve müthiş gerçek, ilk görenler tarafından bütün kampusa haykırıldı:"Tarkan burada!.." İlk kez İngilizce Tarkan, ODTÜ çarşısının önünde, arabasının içinde sıkışıp kalmıştı.Birkaç dakika içinde arabanın çevresinde yüzlerce hayran toplandı.Korumalar hemen aracı çevirdi, jeep'in panjurları indirildi. Ama trafik ilerlemediğinden araç gidemiyor, toplanan kalabalık her dakika büyüyordu. Kimi resim çektiriyor, kimi "Tarkan, Tarkan" diye haykırarak camları yumrukluyor, kimi korumalarla yumruklaşıyordu.Herhalde kampusu 1969'da ziyaret etmek gafletinde bulunan Amerikan elçisi Commer'in arabasından bu yana hiçbir araç bu kadar ilgi görmemişti. "Sonu ona benzeyecek" endişeleri büyürken, bir manga jandarma gelip duruma el koydu.Yol açıldı ve araç, hayranlardan bir denizin ortasında karış karış çıkışa yürütüldü. Jandarma kurtardı O sırada biz de "mecburen yayan", çıkışa doğru yürüyorduk.O hengâmenin ortasında, jeep'in önünde oturan Tarkan'ın yakın koruması Levent Süleymanağaoğlu'yla göz göze geldik. Onun uyarısıyla Tarkan panjuru açıp camdan elini uzatmak gafletinde bulundu. Hayranları kola öyle bir yapıştılar ki, sanat kariyerine artık tek kolla devam etmek durumunda kalacağından korktum.Bu "çıkış" macerası yarım saatte bitti.Stadyum nihayet boşaldığında geride, patlamış mısırlarla kaplanmış koca bir "Devrim" yazısı kalmıştı. Kolu kopacaktı ODTÜ'de arabası yakılmıştı ABD'nin eski Ankara büyükelçilerinden Robert Commer, 19 Ocak 1969'da Rektör Prof. Erdal İnönü'nün davetlisi olarak gittiği ODTÜ kampusunda, öğrencilerin protestosuyla karşılaşmıştı. Commer görüşmeler yaparken, dışarıda bekleyen diplomatik plakalı otomobili bazı öğrenciler tarafından yakılmıştı. 50 yıl önceki evini aradık Bir yıla yakındır üzerinde çalıştığımız Neşet Ertaş belgeseli nihayet bitti."Garip" belgeselinin ilk bölümünü bu gece 23.20'de Star TV'de izleyebileceksiniz. Belgeselin son çekimleri için geçen hafta İstanbul'daydık.Neşet Usta'yı, bir zamanlar iş aradığı Unkapanı'nda ve tüm külliyatını bizlere kazandıran Kalan Müzik'in stüdyolarında görüntüledik. Ardından, 50 yıl önce İstanbul'a geldiğinde kaldığı evi, çaldığı pavyonu aradık birlikte... Pavyon Beyoğlu'ndaydı. Ev ise Hacıhüsrev'de...Ama Ertaş evin yerini hatırlamıyordu. Elde ne adres, ne tarif vardı.Sadece "bir yokuş ve sokak başında bir kahve"... O kadar... Bizim beyaz minibüse atlayıp Hacıhüsrev'in yolunu tuttuk. Yolda Neşet Usta bizden de heyecanlıydı. Ne de olsa onun için bu, "gençliğine yolculuk" sayılırdı. Hacıhüsrev girişinde kirli sakallı bir delikanlıya "yokuş"u sorduk.Neşet Ertaş'ı tanıdı hemen... "Bir sakal atarsanız götürürüm" dedi. Sonra "sakal"ın, gündelik kurunu söyledi: 100 dolar...Arabaya binince Hacıhüsrev'de dikkat etmemiz gereken kuralları hatırlattı:Pencereler kapalı tutulacak, değerli eşyalar korunacak, çantalar bagaja konulacak.Semt girişinde bir kahve önünde aracı durdurdu. Atlayıp kahvenin önündekilere bir şeyler söyledi; geri döndü."Ağabeylere durumu anlattım. Ne de olsa beyaz minibüsle gelince yanlış anlayabilirler" dedi. Böylece "aynasız" olmadığımız tescillendi.Yoksul ama asfaltı döşenmiş mahallelerden geçtik. Bir ara mihmandarımız, "Şimdi Mardinliler mahallesine giriyoruz" dedi; az sonra da sınırı geçip mahalleden çıktığımızı haber verdi.Oralarda bir yerde, "Ben burada ineyim, siz biraz ilerden sola dönün, yokuşu göreceksiniz" deyip atladı.Biz "sakal"ı yok yere yoldurduğumuzu düşünürken az ilerdeki yokuş bir anda Neşet Ertaş'a heyecanla "Evet... İşte burası" dedirtti.İşte 50 yıl önce çalıştığı Beyoğlu Saz'dan yürüyerek geldiği, yoksulluğunu, kimsesizliğini, "Garip"liğini paylaştığı, karlı bir kış günü arnavutkaldırımlarında kayıp sazını kırdığı yokuş karşısındaydı. Hacıhüsrev kuralları Bu mahalleye Kırşehirli bir hemşerisinin tavsiyesiyle taşınmıştı. Yokuş üzerinde, yaşlı bir kadına ait, iki katlı tek göz bir evde oturuyordu. Yaşlı kadın gömleklerini, çarşaflarını yıkıyor, ütülüyor, bir de tahtakurularıyla dolu bir yatak veriyordu. Lakin geçen yıllarda ahşap ev yenilenmiş, üzerine kat çıkılıp beton bir bina haline gelmişti.Neşet Ertaş'ın mahalleye geldiğini haber alan Hacıhüsrevliler çevremize yığıldılar. Hele Usta'nın kendi mahallelerinden çıktığını öğrendiklerinde hepten sevindiler. Yoksul sofralarına buyur ettiler. Hacıhüsrev'in korkulan şöhreti tuzla buz oldu bir anda... Neşet Usta, "Yoksuzluk, haksızlık getiriyor; yoksa özünde kötü insan yoktur" dedi.Evin karşı köşesindeki kahvenin yerinde şimdi yeşil bir çardak vardı. Neşet Ertaş, ilk plağı "Neden garip garip ötersin bülbül" çıktığında bir heyecan koşup eve gelmiş ve mahallede tek gramofonu olan kahve sahibine rica edip plağı ilkin orada dinlemiş, dinletmişti.O zamanlar 1950'lerin yüz binlerce göçmeninden biriydi. Yalnızlığın, garipliğin, yoksulluğun başkenti İstanbul'a fazla dayanamamış, 2 yılı dolmadan boynu bükük memleketine geri dönmüştü.Geçen 50 yılda Hacıhüsrev'le birlikte Neşet Ertaş ismi de büyüdü. Ve "Garip"in mahalleye dönüşü muhteşem oldu. can.dundar@e-kolay.net Tek göz bir evde