Bakmayın hatırlarmış gibi anlatmama; okuyup dinledim sonradan...Dereydi evimizin önü...Yaz akşamları söğütlerin cilveyle saçlarını salıverdiği o nazlı derenin, her yağmurun ardından nasıl hırçın bir çağlayana dönüştüğünü daha sonra ben de görecektim.Ama kızmadım iki ruhlu, lağım kokulu İncesu Deresine; zıbınlarımı hiç giymeden, oyuncaklarımı el değmeden alıp götürdü diye...Bebekliğimin balayını - annemin deyişiyle - beşik yerine bir çamaşır sepetinde geçirmeme neden olduğu için yüz çevirmedim ondan...Anladım derdini sonradan...Ve hak verdim, sele dönüşen öfkesine...* * *Çaylar, dereler, nehirler cennetiymiş kentim bir zamanlar... Coşkun sular, bereketli bahçelere dokuna dokuna şehri bir baştan bir başa gezer, değdiği yerlerde yaban gülleri açtırarak serin, sulak bir yaşam havzası yaratırmış.Sonra biz gelmişiz; çimentolarımız, betonlarımız, kondularımızla asırlık nehir yataklarına serilmişiz. Boğmuşuz deltaları... bitki örtüsünü delik deşik etmişiz.Taşkın yağmur sularını tepelerde sünger gibi emen yeşillikler budandıkça; sel, otlara, ağaçlara tutunamadan yürüyüp inmiş kent merkezine; hıncını yoluna çıkan binalardan, insanlardan almış.Kenti, ülkeyi yönetenler, "Derelerin yolunu açalım", "Suya geçit verelim", Nehirleri yapılaşmanın cenderesinden kurtarıp yeniden yeşillikle çevreleyelim" diyeceğine, yatağını değiştirmiş çaylarımızın; derelerin üstünü örtmüş; akarsularımızı gömmüş.Kimi gözyaşları gibi kurumuş; kimi gömüldüğü bataklıkta alt alta çamurlaşıp katillerinin temelini kemirmiş; depremle el ele verip intikamını almak için doğa katliamının...Su, giderken güllerini, söğütlerini, serinliğini de toplayıp gitmiş.Kentimi, bir çoraklığa teslim etmiş.* * *O yüzden iyi bilirim "çıplak doğma"nın gerçek anlamını...Bendini yıkıp gelen o boz bulanık çamurlu sular, tıkıldığı mazgallardan firar eden akarsular ve selin, çoluk çocuk, araba, sıra demeden her bulduğunu önüne katıp sürükleyen, binicisini üzerinden atmaya çalışan hırçın bir beygire benzeyen taşkınlığı, canlandırır çocukluk hafızamı...Sele rağmen evini, eşyasını terk etmeyenlerin inadını tanırım.Sulara kapılmış gardıroplar, beşikler, kundaklar gördüm mü ben de hicrana kapılırım.* * *Bugün İncesu Deresinin mezarının üzerinde bir çimento ormanı yükseliyor.Nazlı söğütlerin köküne beton temeller diktiler. Nehirlerin kıvrım kıvrım yatağına arsızca uzanmış üst geçitlerden arabalar akıyor.Su şırıltısının yerinde trafik vızıltısı var.Doğal Hayatı Koruma Vakfı da açıkladı dün:Çare, suların asırlık güzergahının önüne yeni setler kurmak değildir.Çare, dere yataklarında ve deltalardaki yapılaşmanın engellenmesidir.Nehirlerin yol boyunca ağaçlandırma yapmaktır.Mendereslerin, sulak alanların su tutma ve seli önleme kapasitesini artırmaktır.Ekolojik sel kontrolü için gereken yatırım, selle gelen felaketin tazmininden daha ucuz...Suyun önünden betonu çekip onu yeniden ağaçla buluşturursak, doğayla yeniden barışabilir, yemyeşil, sulak kentler yaratabiliriz. can.dundar@e-kolay.net Bir cuma idi doğumum; pazar akşamı kasvetli bir sağanak, önce sokakları, derken caddeleri ve nihayet bizimki gibi bodrum katları boğdu.
Özay Şendir
Gerçek savaş mı yoksa danışıklı savaş mı?
23 Haziran 2025
Tunca Bengin
Nobel Barış Ödülü adayı ‘savaş’ dedi
23 Haziran 2025
Cem Kılıç
Yabancı parayla ücret olur mu?
23 Haziran 2025
Didem Özel Tümer
İran’da zorla rejim değişikliği mümkün mü?
23 Haziran 2025
Abdullah Karakuş
Bundan sonra neler olacak?
23 Haziran 2025