Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Oysa katran karası bir ıssızlıktan gelmiştir tarlaya da...Gözünü açtığı yer, göz kamaştıran bir yalnızlık bozkırıdır.Haykırır aydınlığa, çığlık çığlığa...Feryadına müşfik bir ana kucağı yetişir. Bir el saçını okşar, bir yüz tebessüm eder.Yalnız olmadığını anlar yeni gelen; yatışır, dinginleşir.O kucak, kişiliğinin bir parçasıdır artık...O, biraz da saçındaki eldir; yüzündeki tebessüm...* * *Sonra yaşam, bazen yalçın kayalıklara bazen bereketli vadilere sürer yolunu...Yol boyu yoldaşlar edinir.Güleç yüzlü bir hoca, ilk derste hayatın Matisse tabloları kadar berrak değil, Picasso'nunkiler kadar karmaşık olduğunu anlatır.Açık sözlü bir kadın, onu karşı cinsle tanıştırır.Gazete köşesinde bulduğu bir ablayla, dertlerini paylaşır.Bir tiyatrocunun tiradında isyanını haykırır.Okuduğu bir kitabın yazarını örnek alır.Tanıdığı ya da tanımadan kanının kaynadığı bir dolu insan, deniz fenerleri gibi aydınlatır yolunu...O hocaların, o kadınların, o oyuncuların, o yazarların, kahramanlarının yatağında nehirlerce büyür.İnsan, biraz da okuduğu kitaplardır artık...Dinlediği tiratlardır.* * *Belki de ondan; o deniz fenerleri söndüğünde, kısmen söneriz bizler de...Bir tatil dönüşü yeni kazılmış taze mezarlarla karşılaşır, yıkılırız.Hayatı tablolardan kavratan Muhan Hoca gitmiştir.Karşı cinsi öğreten açık sözlü Duygu yitmiştir.Dertlerimizi paylaşan Güzin Abla hayatımızdan çekilmiştir.Baykal Saran'ın tiradı susmuş, Yılmaz Çetiner'in kalemi durmuştur.Kabirlerine attığımız, toprak değildir sanki; un ufak olmuş hatıralarımızdır.Hayat, verdiklerini geri almış, kahramanlarımızı karanlık bir ormana salmıştır.Bizi biz yapan yapıtaşları zamansız çekilmiştir altımızdan...Sarsılırız.* * *Lakin eve dönüp pembe kaplı bir kitapta o duygulu kadının adını ararız yeniden...Nefes Nefese geçmiş Bir Ömür'de Yılmaz Ağabey'i anarız.Her zamanki köşesinde Güzin Abla'nın imzasının yaşadığını görürüz.Müteveffa bir hocanın ilk dersinden, bir tiyatrocunun eski sahnesinden sesler kazınmıştır belleğimize... onları tekrarlar dururuz.Kahramanlarımız, karanlık ormana gittiklerinde bile, okuttukları her öğrencide, tiratlarını anımsayan her seyircide, her kitapta, her okurda, her hafızada, milyonlarca ses, söz, satır halinde yaşamaya devam ederler.* * *Sonra bir gün, katran karası bir ıssızlıktan biçare bir çığlık duyulur.Açıklık tarlaya düşer bir bebek...Onu kucaklar, saçını okşar, gülümsersiniz.Büyütürken hiç unutmadığınız bir tiradı anlatır, pembe kaplı eski baskı bir kitabı okur, yıllar önceki bir derste öğrendiklerinizden hayat dersleri aktarırsınız. Sizi siz yapan seslerden, sözlerden, satırlardan harmanladığınız bir mirası ona devredersiniz.Böylece kahramanlarınız karanlık bir ormanda iken, açıklık tarlaya düşen her bebekte yaşar, milyonlarca satır, ses, söz halinde..."Ebediyete intikal etmek" denen de budur. can.dundar@e-kolay.net Derler ki; "İnsanoğlu açıklık bir tarlada doğar, karanlık bir ormanda ölür".