Önceki sabah Dilek, “Bu ekimde bir melanet var” dedi. Sonra da sırayla saydı, ekim ayında yitirdiklerimizi:
6 Ekim: Bahriye Üçok
7 Ekim: Behice Boran
11 Ekim: Metin Eloğlu, Fakir Baykurt, Attilâ İlhan
12 Ekim: Hikmet Şimşek, Nail Çakırhan
13 Ekim: Cahit Sıtkı Tarancı, Cevat Şakir Kabaağaçlı, Nilgün Marmara, Mahmut Tali Öngören
15 Ekim: Fazıl Hüsnü Dağlarca
16 Ekim: Avni Arbaş
21 Ekim: Ahmet Taner Kışlalı
24 Ekim: Behçet Kemal Çağlar
25 Ekim: Ziya Gökalp
31 Ekim: Erdal İnönü
Ekim değil yıkım sanki...
* * *
Aydınlar, sanatçılar, toprağa gömülmez, ekilirmiş.
Bunu konuştuğumuz gece, sevgili hocam Ünsal Oskay da katıldı ekimde ekilenlere...
“Ekimdaş”ı Cahit Sıtkı gibi “Haydi Abbas vakit tamam” dedi ve yerleşti 17 Ekim’deki “boş” yere...
Bakıyorum listeye:
Bu şöhretler karmasının kaderinde bombalı paketler, suikast düzenekleri var.
DGM yargılamaları, işkenceler, takipler, sürgünler var.
Yasak kitaplar, korsan yayınlar, tahkikatlar, intiharlar var.
Hemen hepsi önlerine konan bariyerleri devire devire, engelleri yene yene büyümüş, ülkelerini de büyütmüş isimler...
* * *
Melis Çelebi’nin popüler kültür söyleşilerinden derlediği kitabının başına (Epsilon, 2004) kısa yaşam öyküsünü yazmış.
Ünsal Hoca... Oradaki bir cümlede, kendisini doğuran iklimi şöyle tarif ediyor:
“Milli Kütüphane’nin ‘Kürler odası’nda -o zamanlar çoğu yasaklanmış olduğu için- Sami Özerdim’in izniyle Zola’yı, Turgenyev’i, Çehov’u, Steinbeck’i, Kropotkin’i, Dostoyevski’yi okuyarak, Dil Tarih’in salonunda bedava Riyaset-i Cumhur Senfoni Orkestrası konserlerini izleyerek ‘adam olmaya’ çalıştı(m).”
* * *
Şimdi Zola da serbest, Çehov da, Dostoyevski de...
“Kürler Odası”nın kapısını açmak için, bir başka mübarek hocama, Sami Özerdim’e de ihtiyaç yok artık...
O halde niye kimsecikler o kapıyı çalmıyor?
Neden yeni bir Ünsal Oskay çıkmıyor?
Niçin Attilâ İlhan’ınki gibi şiir yazılamıyor?
Bahriye Üçok gibi, Ahmet Taner Kışlalı gibi, Behice Boran gibi cesur olunamıyor?
Niye “geride kalan” siyasetçilerin hiçbirinde Erdal İnönü’nün zarafetine, bilgeliğine rastlanmıyor?
“Adam sayılmanın” yolu, epeydir Steinbeck okumaktan geçmediği için mi?
Acaba öyle olduğu için mi “ekim ekinleri” kıymetleri bilinmeden, ışıkları tükenmeden gitti?
Yoksa tersine, onlar bizi terk ettiği için mi “adam sayılmanın” yolları değişti?
Belki de onlara yaşattığımız acılar, yolladığımız bombalar, reva gördüğümüz sürgünler, sansürler, yasaklar, dışlamalar, arkalarından gelenleri yıldırdı.
Ve ektiklerimizle gün oldu toprağın altı, üstünden daha bereketli hale geldi.
* * *
Onların ekildiği toprak yeni filizler verir mi?
Dün Ünsal Hocam’ın cenazesinde çevreme bakınıp bu soruya cevap aradım.
Ve kafamda Cahit Sıtkı’nın şiirini tamamladım:
“Haydi Abbas vakit tamam/
Akşam diyordun/ işte oldu akşam...”
Özay Şendir
Ayıplı bir tartışma, 'işine yarayacak'
14 Mayıs 2025
Didem Özel Tümer
Türk şirketlere BAE’de finansa erişim kolaylığı
14 Mayıs 2025
Abbas Güçlü
En son imparator!
14 Mayıs 2025
Ali Eyüboğlu
EOKA’nın köyünde ölümle burun buruna! Neşe Karaböcek’ten Kıbrıs anıları…
14 Mayıs 2025
Dilara Koçak
Yaz gelmeden detoks değil, denge zamanı
14 Mayıs 2025