Mektubu terk etti.O mektup ki, Ademoğullarının iç dökmesiydi.Günü gününe kaleme alınmış bir tarih müsveddesiydi.Bazen kanla bazen kinle yazılmış, kâh güvercin kâh ulakla yollanmış ve geride, hiçbir kitabın ulaşamayacağı samimiyette bir özel tarih bırakmıştı.Vazgeçtik mektuptan...Kalem sıcaklığı yerine klavye biteviyeliği taşıyan "tablet" cep mesajları ile internet yazışmalarına geçtik. Onları da ne kilitli kutuda saklayabilir, ne de kutsal emanetler gibi çocuklarımıza devredebiliriz.4 bin 500 yıllık bir geleneği gömmek, bize kısmet oldu.* * *Sabahta Mehmet Barlasın yayımladığı "Latife Hanımın Sır Mektupları"nı okuyunca bir kez daha şapka çıkardım, hem mektubun çağlara direnen yakıcılığına, hem Latife Hanımın harikulade üslubuna...Mektuplar, Vasıf Çınarın yeğeninden alınmış.Vasıf Bey, Atatürkün Milli Eğitim Bakanı... Ağustos 1925te "Boş ol" denilip İzmire uğurlanan Latife Hanıma yol boyu eşlik eden isim... İlk mektup, o zor yolculuktan 1 yıl sonra yazılmış.Şöyle başlıyor:"İstanbulun bir köşesinde elem ve ıstırap içinde yuvarlanan güzel İzmirin bedbaht kızını bir suretle hatırlamanız, ahlakınızın, hissiyatınızın nezahat ve asaletine en büyük delildir."(..) Hayatta öyle muammalara, öyle müthiş fırtınalara tesadüf edilir ki, bazen en kuvvetli dimağ bile muvazenesini kaybedecek kadar sarsılır. Böyle vaziyetlerde yakın bildiğimiz insanların, hazan yaprakları gibi titreye titreye, çırpına çırpına kızarıp sarardıklarını, solduklarını ve nihayet merbut oldukları dala tutunamayarak düştüklerini ve toprağa karıştıklarını görürüz."Ve mektubun sonunda, yazarının viraneliğini ele veren şairane bir itiraf:"Elem büyük mürebbiyedir. Bilseniz bana ne hakikatler öğretiyor."* * *Benzer satırlara Salih Bozoka yazdığı mektuplarda da rastlamıştık:"Bir haftadır uykusuz, gıdasız, idama mahkûmum" diyordu; "Esbabı çocukluk... Halbuki çocuklar bu ağır cezadan muaftır."O ağır ceza, 2 yıl içinde bu idam mahkûmu çocuğu büyütmüştü.1927de Vasıf Beye şöyle yazıyordu:"Benim gibi sonsuz ve mühlik (helak edici) boşluk içinde yuvarlanan felaketzede bir kadın, hayatta yalnız başına mücadele ederken, fazla teessür ve heyecan gösterirse, ince ve asil ruhlu insanlar onu anlamak mecburiyetindedir."* * *Bu yürek yakan mektuplar olmasa Atanın evliliğine "erkek gözüyle" bakanların anılarıyla yetinecek ve Köşkün ilk hanımefendisini "ceberut bir zevce" olarak bilecektik.Ama işte "ıstırap içinde yuvarlanan o bedbaht kız", 80 yıl sonra bir avuç mektupla çıkageliyor ve bütün anılara karşı kendini teessür satırlarıyla savunuyor.Ya Mustafa Kemalin cevapları?..Anlaşılan, Tarih Kurumu arşivinde bekletilen ve 50 yıllık gizlilik süresi şubatta dolacak olan bu mektuplar, öyle hemen kamuoyuna ulaşamayacak.Ve biz, tarih kitaplarının söyleyemediği gerçeği, mektupların söylemesi için bir süre daha bekleyeceğiz.NOT: 11 Aralıkta bu köşede Mehmet Barlasın bir yazısına atfen, Erivanda "Kamança" adıyla Ermenice dinlediğimiz "Çırpınırdı Karadeniz" türküsünün, Azeri besteci Üzeyir Hacıbeyliye ait olduğunu yazmıştım. Yazıdan sonra gelen pek çok mesaj, "Kamança"nın 18. yüzyıl Ermeni ozanı Sayat Novaya ait olduğunu anımsattı. Barlasın dikkatine sunuyorum. can.dundar@e-kolay.net İnsanoğlu, en kıymetli miraslarından birini gömdü 20. asrın hafızasına: