Dün 12 Mart’ın yıldönümüydü. Dile kolay, 40 yıl geçmiş üzerinden...
Ama havada yine aynı mart ayazı; aynı mart kasveti...
Hadi eski muhtıramızı, tanıdık bir sahneyle analım da bugünlerle kasvetdaş olup olmadığına birlikte karar verelim:
* * *
Mayıs 1971...
Muhtıradan 2 ay sonra...
DHKP-C, İstanbul’da İsrail Başkonsolosu Elrom’u kaçırdı.
Akşamına hükümet, bir bildiri yayınladı:
“Konsolos derhal serbest bırakılmazsa, örgütle uzak yakın ilişkisi bulunanlar, gençleri kışkırtanlar hemen gözaltına alınacak.”
Fırsat bu fırsattı. Bu bahaneyle bütün muhalifler içeri alınacaktı. Dönemin Başbakan Yardımcısı Sadi Koçaş, “12 Mart Anıları”nda (Tomurcuk, 1978) kriz toplantısında MİT Müsteşarı ile konuşmalarını şöyle nakleder:
“-Ben şimdi valilerle temas eder, şüphelileri tutuklatırım.”
“-Siz şüphelileri biliyor musunuz Paşam? Biliyorduysanız ne beklediniz bunca zaman?”
“-Bütün Türkiye’de birkaç yüz kişi vardır. İsimleri dosyalarımızdadır.”
“-Yani Elrom’u Türkiye’ye yayılmış birkaç yüz kişi mi kaçırdı?”
“-Hayır. Bunlar şüpheliler. Her ilde var. Bunlar tutuklanırsa hem ders olur, hem de fesat yuvaları kapanır.”
* * *
Bu konuşmadan sonra, MİT’i yöneten askerler, durumdan vazife çıkardı ve bir “insan avı” başlattı.
Ertesi sabah, Türkiye’nin dört bir yanında, önceden fişlenen yazar, aydın, politikacı, akademisyen, sendikacı, hukukçu, gazetecilerin kapıları çalındı.
48 saat içinde 500 “şüpheli” tutuklanıp hapse atıldı.
Bugün o listeyi hatırlamak bile, yapılanın asıl amacını bize anlatmaya yetiyor:
Yılmaz Güney, Doğan Avcıoğlu, Mümtaz Soysal, Uğur Mumcu, Altan Öymen, Muammer Aksoy, Yaşar Kemal, İlhami Soysal, Mehdi Zana, Bahri Savcı, Uluç Gürkan, Fakir Baykurt, Uğur Alacakaptan, Behice Boran, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Kemal Türkler...
Operasyonun adını da hatırlatayım:
“Balyoz operasyonu!”
* * *
Hafızamız mı kıt, yaratıcılığımız mı?
Aynı kod adlarla, aynı oyunları oynayıp duruyoruz, aynı mart kasvetlerinde...
Dün darbecilerin uyguladığı taktikler, bugün darbecilere uygulanıyor.
Fillerin tepişmesinde ille çimenler de eziliyor.
Bir bakıyorsunuz ilk fırsatta eski fişler çıkarılıyor ortaya...
Mesela darbecilerin arasına sosyalist Ahmet Şık katılıveriyor ya da Ergenekon’la savaşan Nedim Şener, “Ergenekoncu” diye içeri alınabiliyor.
Belli ki, “Yaşın yanında kuru da yansın; hem ders olsun, hem fesat yuvaları dağılsın” isteniyor.
Ama geçen 40 yıl gösteriyor ki, ne ders oluyor; ne yuvalar dağıtılabiliyor.
Kapıları çalanlar tarih oluyor; kapıları çalınanlar tarihe geçiyor.