Hakan Evrensel’in “Güneydoğu’dan Öyküler” kitabında şehitlerimizin cenazelerine katılan subayların duygularını anlattığı bölümler vardır.
Cenaze törenlerinde şehit aileleri ve yakınları, şehidin birliğinden gelen subaylara en çok “Nasıl oldu?” diye soruyorlarmış.
Şehit olan askerimizin, kendisini feda ederek arkadaşlarının hayatını, üs bölgesi ya da karakolu kurtardığı anlatıldığından avludaki katıksız acıya gurur ekleniyor ve şehidimizin sivil zamanına dair iyilik ve cesaret anıları anlatılmaya başlıyormuş.
Madem “Terörsüz Türkiye”yi konuşacağız, o zaman kitabın ortasından, şehit ve gazilerimizin mücadelesinin boşa gidip gitmediğinden başlayalım:
★★★
Terör, Milattan Sonra 1’inci yüzyıldan beri dünyada bir mücadele yöntemi olarak kullanılıyor.
Çok tanrılı Romalıların, Yahudilere baskı yaptıkları gerekçesiyle Zealotlar’ın başlattıkları eylemler ilk terör eylemleri olarak kabul edilir.
Tarihte Celileli Judas’ın önderliğindeki “Yahudi isyanı” diye bilinir ama yöntemleri tamamen terör yöntemleridir, özellikle de Kudüs çevresinde yaşayan halka çok çektirmişlerdir. Yine Milattan Sonra 2’nci yüzyılda ortaya çıkan katı inançlı Yahudi tarikatı Esseniler ve onların bir kolu sayılan Sicariler, Kudüs’ün su kanallarına, hububat depolarına, devlet arşivlerine de saldırmış, büyük zararlara yol açmışlardır.
Terörün geçen binlerce yılda yöntemleri çok da değişmedi aslında.
PKK, 1980’lerde ve 1990’larda mezralar ve köylerden sonra ilçeleri basmaya, kamu binalarını ele geçirmeye çalıştı, bölgeye gazeteler gitmesin diye dağıtım kamyonlarını yaktı. Devleti güçsüz ve yok göstermek istediler, şehitlerimiz ve gazilerimiz sayesinde bu amaçlarına ulaşmadılar.
★★★
PKK’nın Türkiye dışına çıktıktan sonra düzenlediği kongrelerde ulusların kendi kaderlerini tayin hakkına sık sık atıf yapıldı.
Örgüt, Türkiye toprakları üzerinde ayrı bir devlet kurma amacını hep bu yolla anlattı.
Bu amaca ulaşmak için de Mao’nun Çin ve Vietnam’da başarılı sonuçlar veren Uzun Süreli Halk Savaşı Stratejisi’ni kullandı.
“Stratejik Savunma”, “Stratejik Denge” ve “Stratejik Saldırı” aşamalarından oluşan bu yöntem, PKK’nın temel mücadele sistemi olarak benimsendi, terör eylemleri bu sisteme göre düzenlendi.
Örgüt, güçlendiği dönemlerde bölgesel karmaşalardan da yararlandı, İran-Irak savaşı sonrasındaki karmaşada Irak’ın kuzeyine yerleşti, Sovyetler Birliği’nin dağılma döneminde Ermeni terör örgütü Asala ile oluşturduğu Türkiye karşıtı ittifakla yeni kamplar ve imkanlara kavuştu.
İki komşumuz Suriye ve İran da terör örgütüne kamp, hastane gibi imkanlar sağladı.
Kimi müttefiklerimiz ve gizli servisleri, PKK’nın teröründen faydalar sağlamayı ihmal etmediler, İtalyan’ın sarı topuk uçuran mayınları, Japonya’da üretilmiş son derece güçlü telsizler örgütün kullanımına sunuldu.
Yağ, un, şekerin büyük kısmı tamamlandı ama PKK siyasi hedeflerine ulaşamadı.
Askerlerimize, polisimize, öğretmenlerimize, yol yapan kepçe operatörüne, baraj inşaatında çalışan mühendislerimize, PKK’ya destek vermeyen Kürt vatandaşlarımıza silahlarını doğrulttular, terör şehitlerinin sayısı binlerce oldu, Türkiye, teröre teslim olmadı.
★★★
Bu satırları yazan adam olarak terörün en güçlü olduğu dönemlerde Güneydoğu’ya çok yolculuk yaptım, okullara kitaplar götürdüm.
Genç kardeşlerime inanması belki zor gelecek ama saat 14:00’ten sonra yolların denetimi terör örgütüne geçiyor diye bulunduğum ilçelerde konaklamak durumunda kaldığım zamanlar yaşadım. O yıllarda Nevruz’lar bayram değil, “Gün sonları kaç ölüyle bitecek?” diye merakla beklenilen zamanlardı, şehirlerin girilemeyen bölgeleri vardı.
Ne oldu? Türkiye, şehitler ve gaziler verdi, ülkesinin bölünmesine izin vermedi.
★★★
PKK, silahla ayrı devlet hedefine ulaşılamayacağını anlayınca bu kez terör eylemlerini “Demokratik Cumhuriyet” hedefine çevirdi.
Kimi çevreler bu hedef değişimini 1999’da Türkiye’ye getirilen Öcalan’ın, ABD’li siyaset bilimci Leslie Lipson’ın Demokratik Uygarlık Teorisi’nden etkilenmesine bağlıyorlar. Bu açıklamanın teoride bir mantığı var elbette ama önemli olan pratik.
Pratikte de şehitlerimiz ve gazilerimiz, PKK’nın ayrı bir devlet kurma fikrine engel oldular ve bu başarı başka arayışlara yol açtı.
Kan dökerek “Demokratik Cumhuriyet” hedefine de ulaşılmadığı için yeni hedef yerel yönetimlerin özerk bir yapıda olduğu demokratik otonomi oldu. Kimi kaynaklar bu modelde esinlenilen ismin Murray Bookchin olduğunu söyler.
Ekolojik harekâtın önemli düşünürlerinden birisi olan Bookchin, belediye, mahalle ve kasaba ölçeğinde halkın doğrudan demokrasiye katıldığı yönetsel bir modeli savunur. Başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere güvenlik birimleri görevlerini yaptılar.
Terör ile PKK bunu da başarmadı.
★★★
Şehit ve gazilerimiz, Türkiye Cumhuriyeti’ne silah ve kan dökerek bir şey dikte ettirilemeyeceğini tüm dünyaya gösterdi.
Kitabın ortasında yazanı net olarak okumakta fayda var:
PKK, ayrı devlet ile başladı, federasyondan, Demokratik Cumhuriyet’e, demokratik otonomiden, bugün Öcalan’ın fiziki özgürlüğü için mücadele noktasına geldi.
Bir pazarlık yapmadan, bir taviz vermeden “Terörsüz Türkiye” hedefine yaklaştıysak bunu en çok şehit ve gazilerimize borçluyuz.
Oğlunun silah arkadaşlarını kurtarmak için şehit olduğunu duyduğunda, acısına gururu ekleyen analar ve babalar, evlatlarının şimdi binlerce gencin hayatını kurtaracağını unutmayacak, bunun da gururunu yaşayacaklardır.
Buna rağmen “Terör siyasallaşacak” diyenleri de görmüyor değilim ama burada bir bilgi eksikliği var.
1961’den sonra Türk solunu oluşturan gruplar, Doğu sorununun sınıfsal olduğunu belirtmiş ve Kürtlerin özerk yapılar geliştirmesine eleştiri getirmişlerdi. Taleplerinin ve beklentilerinin karşılanmadığını düşünen Kürt gruplar, Türkiye İşçi Partisi’nden ayrılıp Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nı kurduklarında sene 1969’du.
Uzun lafın kısası, “Terörsüz Türkiye” bu ülkenin Türk’üne de Kürt’üne de iyi gelecek ve bu ülkenin şehitleri asla unutulmayacak.