Bir baba 4 aylık kızının boynuna dayamış bıçağını... “Gelmeyin keserim” diye haykırıyor.
Bıçağın kemiğe dayandığı nokta...
“Bildik manzaralar” diyorsunuz değil mi; “Kaçak yapıyorlar. Yıkıma gidildiğinde de olay çıkarıyorlar.”
Bir de Sultanbeyli’deki babaya kulak verebilseniz keşke...
Çünkü dinleyince öğreniyoruz ki bu, onun ikinci yıkımı... İlkinde, Güneydoğu’daki evleri yıkılmış. “Göçürülmüşler zorunlu...”
İstanbul’a sığınmışlar. Şimdi de İstanbul göçertiyor evlerini...
* * *
Biz de küçük, yoksul bir ev kurmuştuk başta...
Umutluyduk ama...
“Kimsesizlerin kimsesi” olacaktı evimiz...
Şafaklarda yüzecekti bahçeye diktiğimiz al sancak;
“Sönmeden üstümüzde tüten en son ocak...”
Geçindiremedik.
Hesapsız çoğaldık; “durumumuz yok”tu, borçlandık. Parayı kitaba değil, silaha harcadık. Kaçak kat çıktık evin üstüne; hukuksuz büyüttük.
Ayrı katlara, odalara bölündük.
Bir oda mescit oldu, biri dershane; biri diskotek, öbürü cephane...
Yukarıdakiler eşyayı soyup semirdikçe alttakiler fukaralaşıp ezildi. Evi birlikte kuranların bir kısmı, diğerlerini bilmezden geldi. Onlar da ayrı eve çıkmaya niyetlendi.
Yedik birbirimizi...
Dağıttık evimizi...
* * *
Sonra “kollayıcılar” geldi, evi mahpus damına çevirdi.
Konchalovsky’nin “Deliler Evi”ndeki personelsiz tımarhanenin her telden çalan kaçıkları gibi tutsak kaldık içerde...
Üşütükler, sapıklar, meczuplar, psikopatlar, kapkaççılar, darbeciler, biçareler...
Pencere önünde toplaşıp uygarlık denen ışıltılı trenin metruk evimizin önünden geçişini hayranlıkla seyre daldık.
“Halini yaz” dediler:
“Mutluyuz” diye yazdık.
* * *
Şimdi evin kapısını aralayınca görüyoruz ki içeride 80’lik bir ihtiyar, 14’lük körpe kıza tecavüz ediyor.
İhtiyarı seven yeni ev sahipleri, küçük kız için “Zarar görmemiştir” raporu yazıyor.
“O kızlar bu halde olmasın. Okumamış kız kalmasın” diyenleri alıp götürüyorlar evden; alacakaranlık baskınlarında...
Evin, koca bir bayrak dikili bahçesinin batı köşesini kazınca silahlar fışkırıyor, doğu köşesini kazınca o silahlarla katledilenlerin kemikleri...
Topraktan, dökeni hâlâ meçhul bir kan sızıyor.
Rengi, bahçedeki bayrağın rengine benzemeyen bir kan...
* * *
Dün öğrendik ki evi temizlemeyi vaat eden operasyonun savcısı, “Kızlar da okusun” diyenlere “Ata Evleri”ni sormuş.
İddia olunuyor ki, bazıları “Işık Evleri”nin karşısına “Ata Evleri”ni koymuş. Şimdi onun hesabı soruluyor.
Ortak mekânımız çöktüğünden beri, hane halkı karşıt mahallelerde, ayrı evlerde birbirine düşman yetişiyor.
Bu düşmanlığı kışkırtanlar, evin derinine kin tohumu atanlar sorgulanacağına, evin aydınlık yüzleri solduruluyor, garez operasyonlarında...
* * *
“Biraz daha yaşamam gerek” diyor Türkan Hoca...
Hasta yatağında ona reva görülenlerle, kin kusanlarca yazılıp çizilenlerle, kurulan tuzaklar engellerle öne eğiliyor başımız...
Onun saygıdeğer direnciyle cesaretleniyoruz.
Arada doğru kıyıları vuran dalgaların sonuncusu “karanlık eller”i filan değil, karanlıkla mücadele edenleri hedef aldı.
Göz yumarsak bu, hem operasyona kılıf yapılan kontrgerillanın kurtulmasına, hem de dağılan evimizin hepten kamplaşmasına yol açacak.
Özay Şendir
Ayıplı bir tartışma, 'işine yarayacak'
14 Mayıs 2025
Didem Özel Tümer
Türk şirketlere BAE’de finansa erişim kolaylığı
14 Mayıs 2025
Abbas Güçlü
En son imparator!
14 Mayıs 2025
Ali Eyüboğlu
EOKA’nın köyünde ölümle burun buruna! Neşe Karaböcek’ten Kıbrıs anıları…
14 Mayıs 2025
Dilara Koçak
Yaz gelmeden detoks değil, denge zamanı
14 Mayıs 2025