Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Robert Kolej'den Dışişleri'ne uzanan renkli hayat 34 yaşındaki bu yakışıklı adamın gelmesiyle birden ekranda alışılmadık bir özgürlük rüzgârı esmişti.Tabii uzun sürmedi ama Türkiye onun yeteneklerini tanımış oldu.Ercan Arıklı'yla "Politika" gazetesini çıkardı.12 Eylül'de yurtdışındaydı.Dönüşte solda bir parti oluşumu çalışmalarına katıldı.Önce SHP'den sonra DSP'den milletvekili seçildi. CHP'de "değişim programı"na imza attı. 1993'te cumhurbaşkanlığına aday oldu, kaybetti.ANASOL-D hükümetinin dışişleri bakanıydı. 5 yıl süren bakanlığı, Türkiye'nin komşularıyla, özellikle de Yunanistan'la barış dönemi oldu.2002 yazında üzerinde mavi bir gömlekle yeni bir sol oluşumu duyururken izledim onu...Olmadı. "Yeni Türkiye", "eski"sinin tuzaklarına düştü.Cem'in partisi baraja takıldı; YTP, CHP'ye katıldı.Onu siyaset sahnesinde son görüşüm, 2005 başındaki olaylı CHP kongresindeydi, Deniz Baykal'ın yanıbaşındaydı. Zayıflamıştı, benzi soluktu. Gazeteler "ölümle pençeleştiğini" yazdı o günlerde... Oysa o Amerika'da kanser tedavisi görmüştü.O zorlu dönemi eşi Elçin Cem, çocukları İpek ile Kerim ve dört torununun desteği, bir de çalışarak hayata tutunması sayesinde atlattı.Türkiye dış siyasetini anlattığı 3 ciltlik çalışmasının ilk 2 cildi "Türkiye, Avrupa, Avrasya" ve "Avrupa'nın 'Birliği' ve Türkiye" peş peşe çıktı. Halen üçüncü cilt "Ortadoğu" üzerinde çalışıyor.Bebek'teki evinin kapısını çaldığımda beni "walker" yardımıyla ama ayakta ve güleç bir yüzle karşıladı. Hastalık, yakışıklılığından da, kibarlığından da, çalışkanlılığından da hiçbir şey eksiltememişti.Robert Kolej'den TRT'ye, Milliyet'ten CHP'ye, fotoğrafçılıktan Dışişleri'ne uzanan bu renkli hayatı, İş Bankası Yayınları'nın "Nehir Söyleşi" dizisi kapsamında bir kitapta toplamaya karar verdik.Bu dizide onun son diplomatik gelişmeler, Avrupa Birliği ve solun birliği konularındaki görüşlerini bulacaksınız; tabii fazla bilinmeyen "şairliği"ni, sağlığıyla ilgili haberleri ve duygularını da...*** İsmail Cem ismini ilkin TRT Genel Müdürlüğü döneminde duymuştum. Henüz ortaokuldaydım ama evdeki ışıklı kutunun içinde bir şeylerin değiştiğini kavramak zor değildi. Bu yasa, Fransa'nın kendini adeta zorla soktuğu bir sınava dönüştü. Fransa kendi geçmişini, özgürlükçülüğün Avrupa'daki öncüsü konumunu, "1789 İhtilal-i Kebir"ini, Fransa'yı Fransa yapmış değerleri, bir bakıma kendini inkâr etti. Farklı düşünmeyi ve bunu ifade etmeyi yasaklayan, cezalandıran bir Fransa'nın, dünya önüne çıkıp da özgürlükten söz etmesi sahtecilikten başka şey olamaz. Bunu gün ışığına çıkardığı ölçüde, Fransız parlamentosunun girişimi "hayırlı" bir gelişme olarak nitelenebilir. Türkiye, insan haklarını ihlal eden Fransız girişimi karşısında, savunma konumunda değil, tam aksine, iddia makamında olmalıdır. Fransa'nın özgürlükçü görünümü altındaki bu sahtecilik boyutunu bütün gücümüzle dünyaya duyurmalıyız. Edilgen değil, etken olmalıyız. 3-5 oy uğruna, Fransa'yı bu duruma düşürenler utansın... "Türkiye, Ermeni soykırımı yapmamıştır" demek Fransa'da yasal bir suç oldu. Nasıl değerlendiriyorsunuz? Davaların örnekleri var Türkiye'nin elinde doğru kullanılması halinde çok etkili olacak 3 önemli koz var:Bir düşüncenin ifadesini yasaklamak ve cezalandırmak, hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin hem de Avrupa Birliği müktesebatının çok açık ihlalidir. Bu konuda konuştuğum uzmanların en küçük bir tereddüdü yok.Türkiye önce, üyesi olduğu Avrupa Konseyi'nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde, Fransa'nın Konsey üyeliğinin askıya alınması talebiyle dava açmalıdır. Bu, kazanılacak bir davadır; İnsan Hakları Sözleşmesi'nin en can alıcı maddesinin açık ihlali söz konusudur.Aynı şekilde, Türkiye, Avrupa Birliği Adalet Divanı'na başvurarak, AB müktesebatının en önemli kazanımını çiğneyen, düşünce ve ifadeyi yasaklayıp cezalandıran Fransa hakkında yaptırım uygulaması istemelidir. AB, bu konuda çok hassastır. Ne yapılabilir? Var. 2000 yılında, Avusturya seçiminde ırkçı parti öne çıkıp hükümet oluşturduğunda, AB, "özgürlükleri sınırlayıcı söylemi ve hedefleri" olduğu gerekçesiyle, Avusturya'nın AB üyelik haklarının önemli bölümünü askıya almıştı. Dikkat ediniz, Avusturya, özgürlükleri sınırlayan "eylemi" ya da "çıkarılmış yasaları" olduğu için değil, sadece hükümetine böyle bir "niyet" atfedildiği için cezalandırılmıştır. Avusturya, ancak ırkçı parti başkanı 1 yıl sonra hükümetten çekilince, cezadan kurtulmuştur. Ama o süre içinde Avrupa'ya mahcup olmuştur. Türkiye, bu iki hukuk merciinde açacağı iki davanın hazırlıklarını derhal başlatmalıdır. Bu hukuk girişimlerini tüm elçiliklerini, temsilciliklerini, imkanlarını kullanarak dünyaya duyurmalıdır. Türk hukukçuların yanı sıra, Avrupa'nın en tanınmış hukuk bilginlerini de bu çalışmaya katmalıdır. Çalışmaları, her imkânı kullanarak, her aşamada dünyaya tanıtmalı, anlatmalıdır. Geçmişte bunun örneği var mı? Fransa'da yaşayan yüz binlerce Türk vatandaşı ya da Türk asıllı Fransa vatandaşı veya yürekli Fransızın, "Soykırım yoktur" diyerek yoğun biçimde "suç" işlemesi, toplu ya da bireysel açıklama yapması, bildiri dağıtması düşünülebilir. Nasıl anlatılabilir? Mahkemeye verilip yasa gereği "ceza alacak" olan bu "suçlular", temyiz hakkını da kullanıp kaybedince, anında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvuracaktır. Temel bir hakkının ve özgürlüğünün ihlal edildiği gerekçesiyle Fransız devleti aleyhine dava açabilecektir. Çok yüksek tazminat ödemelerine Fransa'yı mahkûm ederken, kendileri de bundan kazanacaktır. Bu konuda da hukuki tereddüt yoktur; daha hafif gerekçelerle bile, Türkiye'nin ve başkalarının ne kadar yüksek tazminatlar ödediği bilinmektedir. Fransa yüksek tazminatlar öder Hükümet, sözünü ettiğim organizasyonu şimdiden başlatmalıdır.Bunun yanı sıra Fransa'nın "soykırım" iddiaları karşısında yürüttüğü mücadeleyi de tabii ki sürdürmelidir. Türkiye'nin kesin bir haklılığa sahip bulunduğu hukuk ölçütleriyle bunun bütünlenmesi Türkiye'nin konumunu güçlendirir. Türkiye, İnsan Hakları Sözleşmesi'ni açıkça ihlal eden, bütün özgürlüklerin temelini oluşturmuş düşünce ve ifadeyi yasaklayıp cezalandıran Fransa'yı mahkeme önüne çıkarıp bunun hesabını sormalıdır. Hükümete ne tavsiye edersiniz? Chirac'ın özrü şaka gibi Şaka gibi... Sayın Chirac, Türkiye'yi, Türk kamuoyu ve basınını, hepimizi ve en başta sayın Erdoğan'ı "saf" mevkiine koymuş. En küçük bir samimiyet ya da olumlu etki düşüncesi bulunsaydı, bu sözleri özel bir konuşmada değil, dünya medyası önünde söylerdi. Fransız Devlet Başkanı Chirac'ın Başbakan Erdoğan'a telefon edip özür dilemesini nasıl karşılıyorsunuz? Kesinlikle hayır... Avrupa'nın hukuk mercilerine başvuru hazırlığı, yabancı bilim adamlarının da katılımı ile derhal başlamalı, bu çalışmalar her aşamasında bütün propaganda araçlarıyla dünyaya duyurulmalı. Fransa devletinden, göze alabilmekteyse, hiç vakit kaybetmeksizin yasal süreci tamamlaması; sonuçlarına da katlanması talep edilmeli. Aynı şekilde, sivil toplum organizasyonu da, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne bireysel başvurular da şimdiden organize edilmeli. Türkiye'nin iktidarı, Fransa'nın bu büyük ayıbını kabullendiği ölçüde, bunu başkalarının ayıpları izler. İktidar, benzer konularda kötü sınav vermiştir. Bu sefer farklı olsun istiyorum. Yasağın henüz yasalaşmaması, yıl sonunda Fransız Senatosu'na gelecek olması, Türkiye'nin beklemesini gerektirir mi ? 40 YIL ARAYLA 2 ŞİİR İsmail Cem, "Bizim kuşak hiç değilse ilk gençlik döneminde çok şiir yazmıştır" diyor, "Bense, tüm yaşamım boyunca iki şiir yazdım. Ve bu iki şiir arasında 40 yıl vardı."İlki Robert Kolej'de 16 yaşındayken yazdığı şiir... Ortaokul yıllığı "Reflections"ın şiir yarışması için yazılmış ve Adanalı bir öğrenciyle birlikte birinciliği kazanmış. Adı "Sabahleyin Sokaklar..."40 yıl sonra ikinci şiirini CHP'den koptuğu 1995'te yazmış Cem...Bu şiir ise "dünyaya veda etmek" üzerine...Üstelik şiir yazıldığında hiçbir sağlık sorunu yokmuş.1987'de İstanbul milletvekili seçildikten sonra kızı İpek Cem'in yolladığı bir kutlama kartından esinlenmiş. O kartta, kuyruğundan çektiği fili tepeye taşıyan bir fareciğin karikatürü var. Üzerinde İngilizce "Büyük başarı için tebrikler" yazıyor. Kartın kapağını çevirince sırada taşınacak 4 fil daha olduğu görülüyor. Altında bir not: "Başarılarınızın devamı dileğiyle..."İpek, karta "Hadi yine iyisin. Çok tebrikler" notunu düşmüş.O kartın ilhamıyla da ikinci şiirini yazmış. 'Ben böyle veda etmeliyim' Bambaşka olur sabah sokaklarÇöpçü vardır sokaklardaVe üşüyen ameleler.Çöpçüler vardır sokaklarda;Hepsi sıla hasreti çeker.Türkü söylerlerBıyık burup, çöp kokan elleriyleKüfrederler.Pislik ve ümit kokar sabahleyin sokaklar,İnsanların yüzlerinde okunur iyilik.Çöpçülerle ameleler vardır sokaklarda,Yüreğime dokunur İşte Cem'e birincilik kazandıran ilk şiiri İstanbul 1956 Çok ileri bir tarihteÇok yaşlı olarakSessizce ayrılmalıyımKimseye pek gözükmedenVe kimseyi rahatsız etmeden.Masamın üzerindeDünden kalan işlerTamamlanmamış yazılarOkunmayı bekleyen kitaplarVe anılar ve umutlar.Filleri kuyruğundan çekerekTepeleri aşırtmaktı görevimGünler bitti filler tükenmediBen elimden geleni yaptımGerisini siz tamamlayın.Boşa geçmedi hayatımDaha fazlası olabilirdi ama'Buna da şükür' demeliyimİşte sevgili dostlarBen böyle veda etmeliyim. İkinci şiiri 'Veda' New York, 1995 can.dundar@e-kolay.net YARIN: Avrupa Birliği, hastalık, yaşam muhasebesi