Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

İçeride Bülent Bey, Rahşan Hanımla birlikte, kurultay hazırlığındaydı.Ecevit, her zamanki nezaketiyle kapıya doğru birkaç adım atarak karşıladı beni...Uzunca bir süredir Rıdvan Akarla birlikte hazırladığımız, ilk bölümü bu gece 23.00te CNN Türkte yayımlanacak, 6 bölümlük "Karaoğlan" belgeselinin eksik kalan ayrıntıları üzerinde konuştuk.Hemen her şey bitmişti.Bir tek şey hariç:Belgeselde "politikacı Ecevit" çoktu; "şair Ecevit" yok...Baştan sona takım elbiseli, kravatlı, resmi bir görüntüyle yansımıştı belgesele... Oysa onun bir de şair yüzü vardı.İlk yüzü ne kadar inatçı, sert ve uzlaşmaz ise, ikinci yüzü o kadar yumuşak, duygusal ve "sivil"di.İyi tanıyordum; çünkü o da bir İkizlerdi. DSP Genel Merkezine girdiğimde saat 16.00ydı. Doğruca Genel Başkanın odasına çıktım. Son seçim gecesi, "büyük mağlubiyet"in ardından görüştüğümüz küçük odanın yanındaydı Ecevitin makam odası... Daha 1953te yazdığı bir şiirine "İki Yüzlü Adam" başlığını koymuştu."İkinci yüzüm sen gül biraz, ben ağlayacağımhavadan sudan konuş kaygısızben deli gibi âşık olacağımikinci yüzüm işine gücüne bak senben şiir yazacağımdosyalar aç, tezkere yazdostlara bile duyurmadanben öleceğim yine biraz..." İki yüzlü adam Masasının üstünde kurultay konuşması vardı, bitirilecek; telefonda Kıbrıs radyosu, demeç verilecek; aklında genel başkanlık yarışı; "elden geçirilecek".Ama dışarıda da limonata tadında bir Ankara akşamı gezilmeyi bekliyordu."İkinci yüz"üne konuştum:"Eymire gidelim" dedim; "Orada şair Eceviti görüntüleyelim".Ne yalan söyleyeyim, "Bir ara yapalım" anlamında söylemiştim; o kadar yoğunlardı ki...Saatine baktı:"Hadi gidelim" dedi."Harika... ama bu kıyafetle olmaz ki..." dedim.Rahşan Hanım müdahale etti:"Biz eve uğrar, oradan geliriz". Haydi göle! Bir saat sonra siyah makam arabalarından oluşan bir konvoy ODTÜnün Eymir gölüne giriş yaptı. Çok geçmeden, öndeki siyah minibüs göl kenarında durdu. İçinden önce korumalar, sonra Ecevitler indi.Rahşan Hanım, ten rengi bir gömlek, uzun etek ve kolsuz hırka giymişti. Bülent Ecevit ise kareli mavi gömlek ve gri pantolon...Nicedir gelmiyorlardı, Eymire...Hele böyle bir telaşlı bir günün akşam saatinde...Partideki koşuşturmaya inat, ıssız bir sükûn adasıydı Eymir...Akşam güneşini taşıyan tatlı bir esinti insanın yüzünü yalıyor, karabatakların çığlıkları dışında çıt çıkmıyordu.Ecevitler, kamerasıyla kendilerini izleyen Muratın ve fotoğrafla bu anı görüntüleyen Nazanla benim ricalarımızı kaprissiz yerine getirerek göl kenarına doğru yürüdüler.Bir süre sonra korumalar ayrıldı; özel kalem müdürleri geride kaldı.Şimdi "Bülent" ile "Rahşan", bir göl kenarında baş başaydı. Eymirde el ele Günlerce sürdürdüğümüz röportaj çekimlerinde Bülent Ecevit, Rıdvanla bana mücadelelerle geçmiş 50 yıllık siyasi mücadelesini anlatıp bitirdikten sonra, neredeyse pişmanlık kokan bir gülümsemeyle Rahşan Hanıma dönmüş ve "O hayalimizi anlatsana" demişti.Evlenirken karar vermişlerdi:Kırlarda, tepede ufak bir kulübeleri olacaktı. Tek odalı minicik bir kulübe... "Bülent", orada şiir yazacak, "Rahşan" resim yapacaktı.Orada öylece yaşlanacaklardı.Mücadeleler, zaferler, zirveler, hapisler, kavgalarla geçmiş yarım asır, onları bu hayalden günbegün uzaklaştırmıştı.Ancak işte şimdi orada, o hayalden yarım asır uzakta, yeniden başladıkları noktaya dönmüş gibiydiler.Yeni bir hayatın arifesindeydiler.Karşı tepeden koşup gelen tatlı akşam rüzgârı, nicedir ihmal edilmiş bir emeklilik keyfini müjdeler gibiydi. Bir düşümüz vardı Artık hiç sigara içmiyor Kendisi için getirdiğimiz ahşap koltuğa otururken "Bana kral koltuğu getirmişler; tam giderayak" diye espri yaptı Bülent Ecevit...Artık hiç sigara içmiyor. Bu sadık dostu, kademeli olarak azaltarak bırakmış. "İlk bıraktığımda rüyamda kendimi sigara içerken görüyordum" dedi. Eşinin "Gizli gizli içmiyorsun ya?" sorusuna "Hayır" yanıtı verdi.Pazartesi, onlar için yeni bir hayat başlıyor.Tabii yine, giderek yeşillendiğini düşündükleri Ankarada olacaklar. Siyasetle meşgulken uğraşamadıkları Or - andaki eski küçük evlerini toparlayıp kiraya verecekler. Evdeki 2 Erica daktilodan birini ODTÜ Müzesine hediye ettiler. Ama kütüphanenin bağışlanması için erken... "O asıl şimdi bize lazım" dedi Rahşan Ecevit...Ya şiir?"İlham perisini bekliyorum" dedi Bülent Bey..."Parti binasına girmeye çekinebilir" dedim."Hayır, nerede geleceği hiç belli olmaz" dedi. En zorlu dönemlerde, genelde geceleri gelirmiş. En son seçim öncesi çok sıkıntılı bir anda gelmiş, o gece "kuşlar" ve "su"yla ilgili şiirler yazmış.Bu arada bir Hint şairini tercüme ediyormuş.Laf Hintlilerden ve Hindistan gezisinden açılınca "Sağlığım sanıyorum ondan sonra bozuldu" dedi. "En kötü olduğum dönemdi. Şimdi çok daha iyi hissediyorum kendimi"...Meğer Rahşan Hanım da o gezide Hint yemeklerinden rahatsız olmuş. Sağlığı Hindistan gezisinde bozuldu Kaçamak pikniğe dönüştü Çekim bitti. Bülent Bey, kıyıda otururken 5 dakika kalkmalarını rica ettiğimiz 3 üniversiteli gençten defalarca özür diledi.Ve yeniden siyah minibüsüne binip, "dosyalar açmaya, tezkereler yazmaya" doğru yola çıktı.Biz de tam toparlanıyorduk ki, minibüsün az ileride durduğunu ve geri geldiğini gördük. Bu kez bize seslenen "ikinci yüz"üydü:"Burası çok hoşumuza gitti de, biraz daha oturup peynir ekmek yemek, çay içmek istiyoruz. Bize katılır mısınız?"Bizim Eymir kaçamağını, bir pikniğe dönüştüren teklifti bu... Kameralar, korumalar bırakıldı. Kaşar - ekmek ve çay ısmarlandı. Göle karşı koltuklar kurulup sohbete başlandı. Şimdi ne DSP, ne Kıbrıs, ne hükümet vardı. Yalnız şiir, resim, doğa ve emeklilik... Göl kıyısında çay, peynir, ekmek Bu şiiri 40 yıl önce yazdı Güneş artık batmaya yüz tutmuştu, ama hiçbirimizin canı "medeniyete dönmek" istemiyordu. Zar zor kalktık.Yeni yaşamlarında yine göl kıyısında buluşmak üzere vedalaştık.Türkiyenin 50 yılına damgasını vuran adam, zarif selamlar ve küçük adımlarla yeni hayatına doğru uzaklaştı. Benimse kulağımda onun tam 40 yıl önce eşi için yazdığı "Yapamadığımız" şiiri vardı.Artık yapamadıklarını yapacak bol bol vakitleri olacaktı:"Akşam kapı eşiğinde bir terli giysi gibi,soyunmak vardı derdinden evrenin...Bir entari serinliğini giymek,Kendi derdini tespih gibi çekmek elinde...Bir yün örmen vardı akşamları, koltuğa gömülü,Karşında polisiye roman okumak senin...Sorgusuz bakışmak yoruldukça gözlerimiz,Sevinçsiz gülmek, üzüntüsüz ağlamak...Oturmaya konuklar gelmesi bazen,Çevresinde bir masanın, kaygısız,Sıcacık konularda bir demli çay gibi,Bilmedik komşularla konuşmak..Dünyamızla uyuşmak vardı,Oyunda sonunu görmeden oynamakSevinebilmek kazandığınaYitirdiğine yerinebilmekDüşünmeyebilmek yoruldukça düşünmektenKamaştıkça örtebilmek gözleriniDüşlerde bile ışıktan sakınarak kendiniUyuyabilmek vardı vaktinde rahat..." Uyuyabilmek vardı vaktinde rahat... Karaoğlan belgeseli bu gece 23.00te CNN Türk ekranında can.dundar@e-kolay.net