Nazım'ın 1922'de Moskova'da yazdığı "Açların Gözbebekleri", 80 yıl sonra dün Ankara Radyosu'nun 1. stüdyosunda müzikle buluştu.
Davullar gümbür gümbür duyurdu açların ayak sesini...
Trompetler öfkeyle soluğunu üfledi.
100 kişilik koro haykırdı 30 milyonun çığlığını...
Şiirde harflerin satır satır büyüdüğü gibi notalar da çoğaldı koronun dilinde; önce baslar ve tenorlar, ardından altolar ve sopranolar, sonra hepsi birden kocaman notalarla kazıdılar şiiri, emektar stüdyonun duvarlarına:
"Onlar bizim, biz onların/dalgalar denizin, deniz dalgaların..."
* * *
Koronun önündeki piyanoda 30 yaşında sevimli bir adam keyifle çalıyordu.
Bu mucizenin
"mucidi" oydu.
Nazım için bestelediği eserin CD kaydı, devletin stüdyosunda yapılıyordu.
Eskiden olsa içeridekileri toplayıp DGM'ye götürürlerdi. Şimdi devlet erkanı, konseri izlemek için sabırsızlanıyordu.
Her şey ocakta Kültür Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı
Hasan Hüseyin Akbulut'un
Fazıl Say'ı aramasıyla başladı. Bakanlık, Türk bestecilerine eser ısmarlıyordu.
Nazım da konular arasındaydı.
Heyecanla kabul etti
Fazıl... Genco Erkal'la çalışmak istediğini söyledi.
Genco, "Nazım ve Fazıl varsa tabii ki ben de varım" dedi.
3 saat içinde Türkiye'nin genç şeflerinden
Naci Özgüç'ün öncülüğünde CSO, TRT ve Devlet Çoksesli Korosu örgütlendi.
Fazıl Say, seçtiği şiirleri turne sırasında, havaalanında, uçakta, otelde notaya döktü. 8 ayda koro ve orkestra için 12 bölüm yazdı.
Ardından, müzik tarihine geçecek bir süreç başladı: Henüz tanışmamış olan
Genco ve
Fazıl, New York - İstanbul hattında elektronik posta aracılığıyla yazışmaya ve eseri olgunlaştırmaya başladılar. Geçen ay da Kültür Bakanı
İstemihan Talay, eseri haklı bir gururla tanıttı.
Ortaya
"Batı tekniğiyle yazılmış bir Türk ağıtı" çıkmıştı.
* * *
Fazıl Say, "Bugüne kadarki en büyük projem bu" diyor.
Genco Erkal, "Çocuklar ölebilir yarın / atom bulutlarının avucunda" derken - gerçekten -
"yarın" olabilecekleri duyuruyor.
Sertap Erener berrak sesiyle
"Memleketim"i seslendiriyor.
İlkokullu bir kız çocuğu mikrofonda Hiroşima'yı okurken davullar aniden bir atom bombası düşürüyor ve o muhteşem koro, seslerden bir bulut yığınına dönüşüp
"Teyze, amca bir imza ver" diye fısıldaşıyor.
Bu proje için Türkiye'ye ilk kez gelen Fransız ses mühendisi ağlamaklı:
"Teknik altyapı zayıf, stüdyodaki malzeme eski" diyor;
"Ama bu koroda, bizim Avrupa'da kaybettiğimiz çok önemli bir şey var: Heyecan. Ben böyle koro az gördüm."
* * *
Nazım, yıllar önce 2000'lerde bestesini yapacak sanatçılara mektup yazmıştı. İşte mektup, adresini buluyor.
Ankara'yı donatan afişlerde
"TC" rumuzu
Nazım imzasıyla buluşuyor. Bugün ve yarınki konser için biletler anında tükendi. (Ne yazık, başkentin hala böyle bir konser için salonu yok).
Sıra istanbul'da... Sonra Efes, Aspendos... belki Avrupa...
Nazım okudu diye, dinledi diye, söyledi diye dövülmüş, vurulmuş, hapsedilmişlerin yıllardır beklediği gün bugün...
Nazım şimdi yalnız
"saçımızın akında, yüreğimizin enfaktında, alnımızın çizgisinde" değil, halkının dilinde, bakanlığın repertuvarında, memleketinin radyosunda...
Akıl edenler, teşvik edenler, var edenler sağ olsun!