Belgeselin hazırlığı sırasında Latife Hanımın ailesiyle tanıştım. Türk Tarih Kurumu yetkilileriyle görüştüm. Bütün yazılanları taradık. Tanıklarla konuştuk. Bazı özel belgeleri inceledik.Bunca çabadan sonra gerçek öykünün ne kadarını biliyoruz?Bence çok azını...Peki ben öğrendiklerimin ne kadarını belgeselde yansıtabildim?Birazını...İki nedenle:1- Türkiyenin bu tartışmaya hazır olmadığını düşündüğüm için... 2- "Mahremiyet hakkı"na inandığım için...* * *İlk gerekçeye dair fazla bir şey yazmak istemiyorum."Aradan 80 yıl geçti. Türkiye, her şeyi tartışabilecek olgunluğa erişti" diyenler olabilir.Buna inanmayı ben de çok isterdim; ancak inanmıyorum."Peki tartışmadan nasıl olgunlaşacağız?" diye de sorulabilir.Buna da "Özel hayat, yanlış bir başlangıç noktası" derim.Neyse, yakında aile devletle buluşacak ve belgelerin geleceğine karar verecek.İşte asıl üzerinde durmak istediğim de bu nokta...Çünkü bu, bizi çok önemli bir tartışmaya sürüklüyor.* * *Bence, ne devlet ne kamuoyu ne de ailesi bir insanın özel evrakları üzerinde söz sahibidir.Bunu, yıllarca insanların özel hayatlarını da içeren belgeseller yapmış biri olarak söylüyorum.Buradaki temel kaygım, "Atatürkün bu işten zarar görme ihtimali" değil... Bir liderin itibarı, gizliliğin gölgesinde sürdürülemez. Öyle olursa "Şüyuu vukuundan beter" durumlar çıkar ortaya... Latife Hanımın Atatürkün eşi olması, dolayısıyla yazdıklarının "milli çıkarları ilgilendirmesi" de değil itirazımın temeli... Bu da bir çifte standart oluşturuyor çünkü...Ben bütün insanların "mahremiyet hakkı"nı savunuyorum.Bunun içine Latife Hanımın günlükleri de giriyor, 14 yaşındaki bir ergenliğin özel not defteri de...* * *Devletin bilgi tekeline dayalı bir iktidar oluşturduğu çağı kapattık."Kamusal çıkarlar"ın karşısına "bireysel haklar"ı koyduk."Haberdar olma hakkı" nasıl o haklardan biriyse, "mahremiyet hakkı" da aynı ailedendir ve "eve izinsiz girilmemesi", "kötü muamele edilmemesi", "tapunun delinmemesi" gibi kişi haklarından farkı yoktur.Hiçbir devlet görevlisi -mahkeme kararıyla saptanmış bir tehdit söz konusu olmadıkça- ev basıp özel notlara el koyamaz; koyamamalıdır.Bitmedi.Devlet gibi, kamuoyunun, medyanın, hatta anne-baba ya da evladın da buna hakkı olmamalıdır.O notlar, sadece ve sadece yazarına aittir; yaşarken de, öldükten sonra da... Aksi belirtilmediği sürece açıklanmamalıdır.* * *Bir gazeteci, belgeselci, yazar bunları araştırabilir, günlük ya da mektup sahiplerini bunları açıklamaya ikna edebilir; çünkü insanları daha yakından tanımanın anahtarı bu özel belgelerdedir. Ancak onlar istemedikçe, -ki Atatürk ve Latife Hanım sağlıklarında bunu istememişlerdir- notlar, yazarıyla birlikte gömülmüş demektir.Aksini iddia etmek, hele "Mektuplar aileye değil, kamuoyuna aittir" demek, kamuoyunun bir röntgenci iştahıyla hepimizin mahremiyetini dişleyebileceği otoriter bir nizama kapı açar.Yeni diktatörümüz, kamuoyu mudur?* * *Tartışma çok boyutlu:Mektup, yazana mı, yazılana mı aittir?Günlük, yazılıyorsa ille yayımlanmak için midir?Yani yazı, mahremiyetin bittiği yer midir?İşin bu yanına da hafta sonu değineceğim. can.dundar@e-kolay.net Geçen kasımda Atatürk ile Latife Hanımın evliliği üzerine bir belgesel yaptık.