Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Mesut Yılmaz, 3 kelimeyle diplomatik skandal yarattı. Birgün’den Enver Aysever’e Susurluk Raporu’ndaki devlet sırlarından örnek verirken:
“Yunanistan’a orman misillemesi gibi...” dedi.
Yunanistan ayağa kalkınca sözlerini 3 gün sonra düzeltti:
“Ben 90’lı yıllarda Türkiye’deki orman yangınlarının Yunan gizli teşkilatıyla ilişkisini kastettim.”
* * *
İnanmış görünelim.
Biliyorsunuz, 3 Kasım 1996’daki Susurluk kazası ile derin devlet suçüstü yakalanınca, Başbakan Mesut Yılmaz, müsteşarı Kutlu Savaş’tan bir rapor hazırlamasını istemişti.
Savaş 1997 raporuyla devleti saran kirli ilişkiler ağını ortaya serdi. Ancak raporun 12 sayfası, “devlet sırları”nı ifşa ettiği gerekçesiyle gizlendi. Tabii herkes de o sayfaları merak etti.
“Açıklayın” taleplerine karşılık Yılmaz, “Açıklarsak bir daha devlet adına kimseye bir şey yaptıramayız” dedi.
Devlet bu kadar utanılacak ne yaptırmıştı ki, açıklanamıyordu?
* * *
Tabii “Gökkubbe altında hiçbir şey gizli kalmaz” prensibi burada da işledi ve çok geçmeden sır sayfalar deşifre oldu.
Bu sayfalarda derin devletin ASALA ve PKK’ya yönelik yurtdışı operasyonları, orman yakması, katilleri istihdam etmesi, yargısız infazlarıyla ilgili iddialar vardı. Raporda MİT de “saygın olmayan kişileri kullanmakla” suçlanıyordu.
Sonraları Rıdvan Akar’la Ecevit’in arşivinde yaptığımız araştırmada MİT’in bu rapora cevap yazısını bulmuştuk. Orada “Açıklanması sıkıntı yaratabilecek hususlar” başlığı altında da “orman yangını” meselesi vardı:
“Kim tarafından yapıldığı ve gerçek olup olmadığı bilinmemekle birlikte, Yunanistan Lamia Kampı’na saldırı, Yunanistan’da orman yangınları, Girit ve Rodos’ta turistik yerlerde patlamalar (...) gibi ‘devlet sırrı’ niteliğine havi hususların, iddia düzeyinde bile olsa raporda yer alması, söz konusu ülkelerce istismar edilebilecek, mütekabiliyet hakkı doğuracak hususlardandır.”
* * *
Yani “yangın işi” aslında sır olmaktan çıkmıştı. Ancak başbakan düzeyinde bir yetkilinin “ağzından kaçmış” olmasıyla diplomatik önem kazandı.
İşin aslını Ankara’da pek çok yetkili biliyor:
90’larda Türkiye, PKK’nın Atina’da himaye görmesine kızgındı. Diplomasiyle sonuç alamıyordu.
“Madem onlar bizim canımızı yakanları besliyor, biz de onların canını yakalım” diyen şahinler taraftar buldu.
“Birbirinden habersiz” iki grup, aynı anda işbaşı yaptı.
Özel Harekâtçılar yangın işine girdi.
İstihbaratçılar ise bombalamaları üstlendi.
“Görevleri tehlike”ydi ve “yakalanırlarsa devlet onları tanımayacak”tı.
Yunan adalarında patlayan bombalar ve çıkan yangınların ardından Türkiye’de de “faili meçhul yangınlar” başladı.
Bir süre sonra Yunan makamları, bazı Türk yetkilileri arayıp “ateşkes” istedi.
Mesaj anlaşıldı.
Yangınlar durdu.
Atina’daki PKK himayesine de bir dönem için son verildi.
* * *
“Devlet sırrı”nın ne menem bir şey olduğunu, buradan bir kez daha öğreniyoruz.
Tabii “örtülü ödenek”in ne işe yaradığını da...
Evet, “her devletin böyle kirli sırları vardır”, ama yurttaşların da (Türk ya da Yunan) devletinin neye bulaştığını bilme ve hesap sorma hakkı vardır.
“Devlet için” diye işe başlayanların, sonra kendi çıkarları için ne cinayetler işlediklerini, şimdilerde Ayhan Çarkın’ın itirafları ortaya koymuyor mu?