*Savunma sanayii iki şeyi kaldırmaz. Biri savunma konularının iç politika malzemesi yapılmasını diğeri de gereksiz hamaseti. Türkiye’de ikisi de fazlasıyla yapılıyor maalesef.
*TCG Anadolu yapılırken itiraz eden, siyasete atılma niyeti belli olan emekli askerler vardı. Anadolu için “gereksiz” dediler, “pahalı oyuncak” dediler, “İspanya’daki kardeşi sorunlu, bu da sorunlu olacak” dediler. TCG Anadolu göreve başladı, “Bu uçak gemisi değil çıkarma gemisi” dediler.
Hemen hatırlatayım, Anadolu kızağa 2018’de alındı, o tarihte F-35’in dikine iniş-kalkış yapabilen modelini F-35B’nin alıcısı pozisyonundaydık, programdan 2019’a çıkarıldık.
Devam edelim, TCG Anadolu benzerleri gibi bir görev gücüyle beraber seyir yapıyor. Hava savunması için TF-2000 yetişinceye kadar İngiltere’den aktif kullanımda olan iki adet Type-23 firkateyn almaya niyetlenildi. Aynı isimler “35 yaşında gemi mi alınır?” diye ayağa kalktılar.
Bu tartışmanın yaşandığı dönemde Deniz Kuvvetleri’nin envanterindeki firkateynlerin yaş ortalaması 36’ydı, Yunanistan’ın firkateynlerinin yaş ortalaması da 38. Türkiye, kendi üretimi firkateynleri hizmete alarak bu ortalamayı düşürdü, Yunanistan da Fransa’dan ithalat yoluyla düşürmeye çalışıyor.
Askerlik mesleğinde risk hesabı önemlidir, o dönem Type 23 alınmasına itiraz edenler bugün “TF 2000 gelinceye kadar hava savunma gemimiz yok” diyor.
Gereksiz bulunan TCG Anadolu’ya gelince, üzerinden kalkıp inen Baykar TB-3’lerle Türkiye deniz savaşında konsept değiştiren ülke oldu.
*Savunma sanayii söz konusu olduğunda geçmişe de bakmak gerekir. 1974’te yeterli çıkarma gemisi olmadığı için Kıbrıs’a çok asker az tank çıkarmanın bedeli çok ağır olmuş, bazı tepeler birkaç kere el değiştirmiş, Ankara ile telsiz teması kesilmişti. 1974’ten 2011’e gidelim. Libya iç savaşı başladığında Libya’daki Türk vatandaşlarını ancak İDO’nun yardımıyla tahliye edebilmiştik. 6 Şubat depremlerinin ardından İspanya, TCG Anadolu’nun kardeşi Juan Carlos’u İskenderun’a yolladı, o gemi ilk günlerde binlerce depremzedeye sığınak oldu. Velev ki, TCG Anadolu sadece LHD sınıfı gemi olarak kalsaydı, Türkiye için gereksiz mi olurdu? Dünyada 13 ülke bu sınıf gemileri kullanıyor. Akdeniz’i paylaştığımız Fransa, İspanya, Mısır da bunların arasında.
*Siyasi tartışmalar kadar az bilgiden kaynaklanan hamaset de savunma sanayii için zararlı.
Devrim arabalarını hatırlar mısınız? Siyah olanı benzin koymayı unuttukları için çalışmadı ama beyaz olanı tüm gün Ankara yollarındaydı. Devrim çok beğenilse ve başarılı bulunsa bile seri üretimi yapılamayacaktı. Demiryolları personelinin fedakarlığı ile yapılan iki araba vardı ama tezgah, parça tedarik sözleşmesi, ithal camların ürün devamlılığına dair bir anlaşma yoktu. Prototip ile seri üretim arasındaki farkı nedense anlamamakta direniyoruz.
Deneme atışı başarılı olan bir füzenin ertesi gün kullanıma alınabileceğini zannediyoruz, durum öyle değil.
Savunma Sanayii Başkanı Haluk Görgün Hoca, bu konuda üretim hatlarının kurulmasını en çok önemseyen isim.
Geldiği ASELSAN’da yaptığını şimdi tüm savunma sanayii şirketleri için hedef olarak belirledi ve ilerliyor. Dolayısıyla her prototipi Silahlı Kuvvetler’in envanterine girmiş ve kullanıma hazırmış gibi yorumlamak bize hata yaptırır. Mesela prototipini gördüğümüz Altay tankı şu an en zor şartlarda testlerden geçiyor.
Seri üretim hazırlıkları tamamlandığı için bu sene sonuna kadar üç tane Altay tankı envantere girecek, 2028’e kadar da toplam 165 tank teslim edilmiş olacak.
*Türk savunma sanayii gösterdiği sıçramayla inanılmaz bir iş başardı. Bu hamaset değil, örneğiyle açıklayayım: Fransa yıllardır kullanımda olan Rafale savaş uçaklarını bir ülkeye ihraç edeceği zaman Cumhurbaşkanı o ülkeye gidiyor, büyük törenler yapılıyor. Yani savaş uçağı satmak büyük bir iş.
F-35’lerin geliştirme sürecinde program ortaklarının sipariş sayıları belliydi ama ilk prototip uçuşundan filolara teslime kadar geçen sürede çok sorun yaşandı. Uçak gövdesinde çatlamalar, tutturulamayan ağırlık hesapları, yakıt tanklarının yıldırım çarpmalarına karşı savunmasızlığı, çok sayıda aviyonik problemi yaşandı. Seri üretime geçiş yedi yıl geç ve tahmini bütçenin neredeyse iki katını buldu. Yurt dışı siparişler ardından geldi. Buna karşın KAAN daha tek bir prototip ile Endonezya’dan ciddi bir sipariş almayı başardı. Bunun sebebi savunma sanayiinin gösterdiği ürün başarısının verdiği güven. Türkiye’nin ürettiği tüm savunma sanayii ürünleri savaşlarda test edilmiş ve başarılı olmuş ürünler. Dünya, ASELSAN’ın, ROKETSAN’ın, HAVELSAN’ın neler yapabildiğini biliyor.
TUSAŞ, 1980’lerde F-16 montajından beri güvenilir bir marka. Baykar, Türkiye’yi SİHA sektöründe dünya lideri haline getirdi. Tüm bunların yarattığı etki sermayesi sonucu TUSAŞ ilk KAAN siparişini aldı. Takvimin doğru işletilmesi ve savunma sanayii şirketlerinin bugüne kadar yarattıkları başarı hikayesinin sürdürülmesi şart. Kaldı ki ihracattan önce Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ve Türkiye’nin ihtiyacı açısından takvim çok önemli.
*“Savunma sanayii söz konusu olduğunda bunu iç siyaset malzemesi yapmamak gerekir”in son örneğine geçeyim. Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu, Baykar’ın İtalyan Leonardo firmasıyla yaptığı anlaşmaya “Onlar İsrail’e silah satıyorlar” iddiasıyla karşı çıktı. Oysa İtalya, iki yıldır İsrail’e silah satışı yapmıyor.
Leonardo-Baykar iş birliği Türkiye’ye, AB’nin devasa savunma sanayii fonlarından faydalanma imkânı veriyor. Türkiye şu anda o listede yer alıyor ama Yunanistan ya da Fransa’nın çıkaracağı engeller ihtimalini de hep aklımızda tutmamız lazım. Ahmet Davutoğlu, Dışişleri Bakanı ve Başbakan olduğu yıllarda Türkiye’nin İHA ve SİHA sorununu yaşamış bir insan. Yanlış bir bilgiyle Türkiye’yi dünya lideri konumuna getirmiş bir şirkete saldırmakla ne siyasi kazanç elde etti acaba? Kılıçdaroğlu, savunma sanayiini hedef alan açıklamalarının karşılığını Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde almıştı ama anlaşılan masa arkadaşı o sonuçtan gereken dersi çıkaramamış...
*Askerlik mesleğinde risk hesaplarının çok önemli olduğunu söylemiştim. Şimdi Eurofighter alınır ya da F-35 programına dönülürse KAAN projesi bundan zarar görür mü soruları gündemde. Askerler işleri gereği bu soruyla ilgilenmezler. Onlar her an bir savaş çıkacakmış gibi düşünür ve ihtiyaçlarını buna göre belirlerler. Şu an Hava Kuvvetleri’nin muharip uçaklara ihtiyacı var. Yeterli sayıda KAAN envantere girinceye kadar boşluk kalmasın istiyorlar. Ayda iki, yılda 24 KAAN üretebileceğiz. Şu an tüm takvim doğru işlese bile Yunanistan’ın elindeki kadar 5. nesil savaş uçağına ulaşmamız için yaklaşık üç yıl gerekiyor.
İthal uçaklar gelirse KAAN gölgede kalır diye endişe edenleri saygıyla karşılıyorum. Temelsiz bir endişe değil bu. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ABD’nin ihtiyaç fazlası uçakları hibe etmesi Kayseri’deki uçak fabrikamızın sonu olmuştu, bu doğru. Ancak Kayseri’de ürettiğimiz uçaklar lisanları Polonya gibi ülkelerden alınmış uçaklardı, fikri mülkiyeti ya da motoru bize ait değildi. Sosyal medyada çok dolaşan ve Danimarka’daki sergilenen Türk yapımı ambulans uçak görselini de mutlaka görmüşünüzdür. Sergilenen uçak Türkiye’de üretilenlerden değil ama havacılıkta iştahımız vardı. O iştahımız SİHA, Hürkuş, ATAK helikopterleriyle beraber özgüvene dönüştü bile. Türkiye aynı hatayı iki kere yapmayacak devlet tecrübesine sahip bir ülke.
*Siyaset ve hamaset risklerine girilecek bir zamanda değiliz. Yaşanan savaşlar ve gerilimler nedeniyle dünyada büyük silah üreticilerinin hem ellerindeki ürünleri satma isteği azaldı hem de ürünlerin fiyatları pahalandı. Savunma sanayii hem ulusal güvenliğimize katkı sağlıyor hem de Türkiye’nin ihracat kalemleri içerisinde katma değeri en yüksek olan sektörü. En önemlisi bugün güvende hissediyorsak, yarın daha da caydırıcı olmak istiyorsak, sektöre gölge etmememiz lazım…