Biri küreselleşme...Diğeri yerelleşme...Yerküre ufaldıkça, İstanbul borsasındaki hareketlenme Güney Asya'yı sarsabiliyor; Latin Amerika'da yok edilen ormanlar, Avrupa'da iklimi değiştirebiliyor; evrensel hukuk, milli sınırları delebiliyor.Öte yandan dünyayı tekdüzeleştiren globalizme karşı yerel renkler, adem-i merkeziyetçi idareler, mahalli kültürler öne çıkıp destek buluyor.* * *Benzer bir gelişme, Türkiye'de yaşanıyor.Bir yandan AB'ye uyum sürecinde ülkenin ekonomisi, siyasal yapısı, yasal mevzuatı, Batılı kriterlere göre yeniden tanzim ediliyor. Öte yandan aynı süreçte yerelin dirilişine tanık oluyoruz.Bugüne dek, aynı elbise içinde tarif edilen toplum, farklı kostümlerini ortaya sermeye başlıyor:Farklı diller, etnik kökenler, dini inançlar, siyasal kimlikler, kendilerini serbestçe ifade edebileceği bir ortam talep ediyor.Kürtler ana dillerinde eğitilebilmek, Aleviler Diyanet'te temsil edilebilmek, dinciler türbanla derslere girebilmek, vicdani retçiler askere gitmemek, eşcinseller kendi cinsinden olanlarla evlenebilmek istiyor.* * *Türkiye'nin alışık olmadığı bir karmaşa bu...Osmanlı'yı karış karış çekilerek kaybetmenin travmasıyla kurulan Cumhuriyet, elde kalan toprağı da bölünerek yitirme korkusunu bilinçaltında her daim saklı tuttu.O yüzden "Sevr paranoyası" küçümsenecek bir ruh hali değil.Globalleşmenin saldırganlığıyla hepten kronikleşen bu korku aşılmadan alt kimliklere soluk aldırmak, evrensel hukuka çapalanmak, Avrupa ailesine dahil olmak da kolay görünmüyor.* * *Bununla baş edebilmek için, yine iki süreci birlikte işletmek zorundayız:Bir yandan alt kimliklerin haklarını savunurken, öte yandan üst kimliği sağlamlaştırmalıyız.Hassas bir denge bu:Ne farklılıklarımız, bizi birbirimizden koparacak birer çatışma unsuruna dönüşecek.Ne de üst kimliğimiz, bütün toplumsal kıvrımları düzleyen bir ütü işlevi görecek.İnsanların kendini tanımladığı gibi yaşama hakkına kaygıyla değil saygıyla yaklaşacağız; kimsenin bir başkasının ibadetine, kılığına, içkisine, eğlencesine karışma hakkı olmadığını anlayacağız.Bunu hazmederken de bölünme, dağılma kaygısını bertaraf edebilmek için ortak paydalarımızı öne çıkaracağız.* * *Başbakan "Din çimentomuzdur" dedi, ama ne yazık ki siyasallaşmış din, yapıcı değil bölücü işlev görüyor.Oysa yeni ortaklık alametleri var. Son günlerden örnekleyeyim:TÜSİAD'ı DİSK'le buluşturan demokratik duyarlılık, özlediğimiz ortak paydalardan biridir.Danıştay'ın Nâzım Hikmet'i "ebediyen yaşayacak bir klasik" sayan kararı da öyle...Orhan Pamuk davasında hem yazarın görüşünü açıklama hakkını, hem insanların bunu şiddetsiz protesto hakkını teslim eden uzlaşma da öyle...Cumhurbaşkanı'nın Yahudi yurttaşlarımızın bayramını kutlaması da öyle... "Babam ve Oğlum" filminin hatırlattığı geleneksel duyarlılık da öyle...Globalizmin hırpaladığı, alt kimlik arayışlarına aşina olmayan bir toplumun bölünme korkusunu yenebilmek ve evrensel açılımlara zemin hazırlayabilmek için bu ortaklık duygusuna ihtiyacımız var.Belki de her zamankinden daha çok... can.dundar@e-kolay.net Dünya, iki süreci bir arada yaşıyor: