İnsana kıymet verilen yerlerde pencere, içerdekinin hizmetindedir; onun dışarı bakmasına, hayata açılmasına yarar.
Toplumun insandan daha çok önemsendiği ülkelerdeyse tersine, evin kolaçan edilmesini, içerinin gözetlenmesini sağlayan bir gözdeliğidir sanki; pencereden bakıldığından çok, pencereye bakılır.
O yüzden mesela bizde pencere, tesettürlü bir kadın saçı gibi, sere serpe açılmaktan çok, sımsıkı örtünmeye alışkındır.
Dayanıklı güneşlikler, ağır kadife perdeler, o ağırlığı hafifletecek tüllerle, bir mahremi gizlercesine, kat kat perdeleriz pencereyi...
Saklanırız ardına; görülme kaygısıyla görmemeyi kabullenerek...
* * *
Geçen gece perdesiz bir pencereden İstanbul’a baktım.
Bazılarımızın hep baktığı, bakmaktan bıktığı, bazılarımızın hiç bakamadığı, bakmaya can attığı o laciverdi Boğaz’a daldım.
Karanlık bir odada, baş başaydık şehirle...
Bırakın tülü, perdeyi, cam bile yoktu aramızda...
Gelip geçen teknelere sorgu odalarının tuzağını kurdu açık pencerenin camı; şehir beni görmüyordu, bense onu tüm çıplaklığıyla görebiliyordum. Dolunayın bonkörce nur yağdırdığı tepelerini...
Tepelerden yıldız yıldız parıldayarak sulara inen ışık şenliğini...
Tuzlu suların, dalgalara sardığı o ışıkları getirip penceremin ayakucuna boca edişini...
Köprünün, kentin Boğaz’ında her nasılsa açılmış iki yakayı ilikleyen kristal bir fular gibi gülümseyişini...
* * *
Her tekne ayrı bir eğlence tufanına tutulmuşçasına sarsılarak geçti penceremin önünden...
Kiminde sazlar çalınıyordu eski İstanbul bahçelerinden...
Kiminde göbek atılıyordu; bu en son göbekmiş ve o gece ille atılıp eritilmesi gerekmiş gibi hayret verici bir gayretle...
Kiminde mütedeyyin zevat, kibirli “vah vah”larla seyrediyordu âlemi; kim bilir içlerinden kaçı içtenlikle ayıplayıp, kaçı içten içe gıpta ederken o âleme...
Genç kadınlar, teknenin dolunaya en yakın ucunda o gece tanıştıkları şık adamlarla öpüşüyordu.
Penceredekilerin kimi gemidekilere özendi; gemidekiler şimdi o perdesiz odada olma hayali kurarken belki...
Sabaha karşı hepten sarhoş oldu şehir; doymak bilmez bir sefa iştahıyla her bir kıyıdan sulara doğru haykırılan bin bir ses, denizde buluşup tam bir kakafoniye dönüştü; penceremden sızıp bir uğultu halinde odama doluştu.
* * *
Seherde pazar güneşi geldi. Her sabah aynı dağınık odayı temizleyen becerikli bir hizmetçi edasıyla yorgun şehrin çatlak sesini kıstı önce, buluttan bir pamukla, akmış makyajını sildi, üstünü ışıkla örtüp uykuya yatırdı.
Köprünün civelek ışıkları söndü.
Deniz koyu lacivertten maviye döndü.
Sabah vapurları yeni bir günün sefer borularını çalarak yola koyuldu.
Gün ışığı, gecenin ilüzyonunu dağıttı birden: Tepelerdeki yıldızlı ışıkları parıldatanın, çirkin beton binalar olduğu anlaşıldı.
Dolunaya kanıp yeni aşığının kollarına koşan kadınlar, sabah onların kostümsüz kabalığıyla ayıldı.
Karanlıkta benim baktığım pencere, aydınlıkta bana bakılan bir gözdeliğine dönüştü yeniden...
Onu kapattım.
Sımsıkı örttüm perdelerle...
Yattım.
Özay Şendir
Ayıplı bir tartışma, 'işine yarayacak'
14 Mayıs 2025
Didem Özel Tümer
Türk şirketlere BAE’de finansa erişim kolaylığı
14 Mayıs 2025
Abbas Güçlü
En son imparator!
14 Mayıs 2025
Ali Eyüboğlu
EOKA’nın köyünde ölümle burun buruna! Neşe Karaböcek’ten Kıbrıs anıları…
14 Mayıs 2025
Dilara Koçak
Yaz gelmeden detoks değil, denge zamanı
14 Mayıs 2025