Çarşamba günü Bursa Belediye Tiyatrosu'ndaki prova sırasında babasının ölüm haberini almış. Hemen Mudanya'ya, cenazeye koşmuş. Babasını toprağa vermiş, aynı gün gözyaşlarını içine akıtıp Bursa'ya dönmüş ve sahneye çıkıp rolünü oynayarak seyirciyi güldürmüş.Seyirci, ayakta alkışlamış Turpçu'yu...O da "Bir tiyatro sanatçısı gerektiğinde acısını gömmeyi ve oyunu sürdürmeyi bilmeli" demiş; "Ben ustalarımdan böyle öğrendim".* * *Zaman zaman bu tür fedakârlıkları öven haberler okursunuz. "Zor olduğu kadar, saygıdeğer bir davranış"tır bu...Geçen hafta aynısı bizim büroda yaşandı. Bir arkadaşımız, üstlendiği işi bırakmamak için ölüm döşeğindeki annesinin yanına gitmemekte direndi. Sonunda işini noktaladığı saatte, annesinin ölüm haberini aldı.O görevini yapmış, ama annesi evladını göremeden gözlerini kapatmıştı.Biz de ustalarımızdan öyle öğrenmiştik çünkü:Görev, her şeyden üstündü.Bingöl depreminde görevli meslektaşımız Nevzat Bingöl canlı yayın sırasında amca oğlunun pansiyon enkazı altından ölü çıkarıldığını görünce feryadını bastırıp yayını sürdürmemiş miydi?Daha geçenlerde tören alayında put gibi dikilmekten bitap düşen bir asker yere yıkılınca yanındaki arkadaşları "esas duruş"u bozmadıkları için komutanlarınca takdir edilmemiş miydi?Kutsanmak istiyorsak "gözlerimizi kapamalı, vazifemizi yapmalı"ydık.Ve her koşulda "gösteri sürmeli"ydi.Meslek etiği bunu gerektiriyordu.* * *Yapabilenleri takdir etsem de ben, acılar karşısında "esas duruşum"u koruyabileceğimi sanmıyorum.Her defasında "mesleğe saygı" göstergesi olarak alkışlanan bu jestin mecburiyetine de inanmıyorum.Her koşulda perde açmayı, yayını asla aksatmamayı, acıyı seyirciye yansıtmamayı, görev yerini boş bırakmamayı, "iş ahlakı" değil, "insan zaafı" sayıyorum.Hiçbir mesleki mecburiyetin, ölüm döşeğinde bir babanın başucunda olmaktan, bir annenin elini tutmaktan daha önemli olamayacağı kanısındayım.Amca oğlunun cesedini görüp de ağladı diye bir muhabiri, mecalsiz devrilen arkadaşının yardımına koştu diye bir eri kınamak kimin haddine?Bizler ruhsuz konu mankenleri değiliz ki...İnsanız...!* * *Seyirci bunu anlar, anlayışla karşılar. Bence sorun orada değil.Sorun, bizi insandan çok işimizi önemseyecek kadar profesyonelleştiren, körleştiren, köleleştiren bir "çalışma ahlakı"nın cenderesine sokanlarda...İnsani zafiyetlerinden arındırılmış bu robotu, başarı hırsına endeksli bir iş hayatının hizmetine verenlerde...Bunu "erdem" diye belletenlerde..."Ne olursa olsun şov sürmeli" diyenlerde...Ben bu oyunda yokum."Hemşiremiz bugün babasını kaybetti, o yüzden kapalıyız" diyen tiyatroları, sahnede içi ağlarken yüzü güldüren oyunculara tercih ediyorum.Acısını içine gömen profesyonellerin değil, onların yalnız ölen ebeveynlerinin yanında saf tutuyorum...Maliyeti yüksek başarılar değil benim gözümü kamaştıran; sıcak insani duyarlılıklar...Canımız yanıyorsa, içimiz acıyorsa, dostumuz ölüyorsa, işi gücü bırakıp koşalım, gerekiyorsa da ağlayalım arkadaşlar!.. can.dundar@e-kolay.net 25 yaşındaki Devlet Tiyatrosu sanatçısı Zeynep Turpçu, Haldun Taner'in "Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım" adlı komedisinde hemşireyi oynuyormuş.
Özay Şendir
Gerçek savaş mı yoksa danışıklı savaş mı?
23 Haziran 2025
Tunca Bengin
Nobel Barış Ödülü adayı ‘savaş’ dedi
23 Haziran 2025
Cem Kılıç
Yabancı parayla ücret olur mu?
23 Haziran 2025
Didem Özel Tümer
İran’da zorla rejim değişikliği mümkün mü?
23 Haziran 2025
Abdullah Karakuş
Bundan sonra neler olacak?
23 Haziran 2025