Televizyonda, sosyal medyada görmüşsünüzdür, duymuşsunuzdur; Adile Naşit’in hayatı film oluyor! Filmde kimler oynayacak, onu kim canlandıracak, senaryo nasıl olacak merak konusu. Böyle bir hayat, bir filme sığar mı? Adile Naşit’i canlandırmak kolay mı?- Sanmıyorum doğrusu!
Adile Teyze, Hafize Ana, Adoş!
Bir masal kahramanı! Masalların müthiş anlatıcısı, herkesin annesi- teyzesi- ablası!
Ermeni asıllı tiyatro oyuncusu Amelya hanım, Müslüman Naşit beye sırılsıklam aşık olur, evlenirler. 930 yılının sıcak bir haziran gününde asil-nazik anlamına gelen Adale ismiyle bir kız çocuğu dünyaya gelir. Babası, Sultan Hamit’i bile güldüren adam olarak tanınan, komik-şehir lakaplı, ünlü tuluat ustası Naşit bey, annesi de yine tiyatrocu olunca, dört yanı sanatçılarla büyür Adale! Tabi dönem eski dönem muhafazakâr- dışlanmaktan korkarlar, Adele ismi yerine Adile’yi kullanırlar. Babasını erken yaşta, henüz 13 yaşında kaybeden Adile için geçim sıkıntısı başlar. Babasının arkadaşlarının desteğiyle şehir tiyatrolarında oynamaya başlar. Alışılagelmiş kadın oyuncu tiplemesinden farklıdır ve bu yüzden başlarda çok horlanır. Öyle ki dönemin ünlü oyuncularından Şevkiye May, 'Ben senin ablan sayılırım Adileciğim! Sana bir nasihat, bu çarpık bacakların ve bücür boyunla tiyatroda asla başarılı olamazsın. Yol yakınken dön!’ diye uyarır kendisini ancak Adile’nin, Düttürü Leyla tiplemesindeki performansını izledikten utanır ve özür diler. Şevkiye May’ın yıllar sonra, yalnızlığa dayanamayıp canına kıymış olması da acı bir ironidir aslında. Dönmez yolundan Adile ama kırılır, çok kırılır. Kendisine hissettirilen özgüvensizlik duygusuyla henüz 20 yaşındayken kendisinden 20 yaş büyük, tiyatro yönetmeni Ziya Keskiner ile evlenir. Bu evlilikten burnundaki daimî sızı, bitmeyen kalp ağrısı oğlu Ahmet doğar. Onunla yeniden doğdum dediği oğlunun, kalbi doğuştan deliktir ve her mutlu an, boğazından bir düğümdür Adile’nin! Ameliyat olması gerekmektedir, ameliyat parası için bir kampanya düzenlenir ve Ahmet ameliyat edilir. Ameliyat iyi geçer ama sonrasında fenalaşarak komaya girer. Tiyatro sahnesine çıkmak üzereyken gelir oğlunun vefat haberi! Adile, çıkar sahneye, güldürür izleyicilerini ama bir daha içten hiç gülmez. Oğlunun bıraktığı boşluğu dolduramaz bir daha! Sinemaya adım atmak istediğinde bu kez kocası kırar kalbini; ‘Boşuna heves etme! Bu boyun posunla hiç şansın yok ki!’ Oysa çok yanılıyordur eşi, 1976 yılında ‘İşte Hayat’ filmindeki rolü ile Altın Portakal ödülünü kazanır bu küçük dev kadın! Fedakâr ve cefakâr anne rolleriyle kendi gülmez, izleyeni de gülerken ağlatır. Anne rolü, Türk sinemasında bence en çok ona yakışır! İçindeki acı, kalp kırıklıkları hasta eder onu sonunda. Çok genç, henüz 57 yaşında veda eder hayata!
İşte bu yüzden diyorum, böyle bir hayat nasıl sığar, 2 saatlik bir kadraja! Hoş şimdiki nesil bilmiyor, tanımıyor onu, hopidik hopidik hoplayan göbeğini, kahkahalarını, gıdaklamasını ve girdiği her rolün hakkını dibine kadar verişini bilmiyor. O yüzden belki de böyle bir film gerekiyor. Aile filmlerinde Münir Özkul’un tonton karısı, Hababam Sınıfı’nın komik hademesi, ‘Uykudan Önce’ programında kuzucuklarının can teyzesi! Çok erken oldu vedan ama onca seneye rağmen çıkmıyorsun kalbimizden, aklımızdan!
17 Haziran doğum günün! Kutlu olsun Adoş!
Yerin dolmuyor- dolamıyor; Nasıl seninle renkliyse filmler, sensiz hepsi boş!
…………………….*…………………………
GEÇ Mİ KALDINIZ?
Kısa gibi gözüken ama aslında uzun bir bayram tatili geçti, gitti!
Hükümet bağlamadı 4 günü bayrama ama kabul edin, biz bağladık kafamızda! Tamam işe gidildi, yapılacaklar listesine geçildi de işte, tatil bitemedi bedende. Hoş bize her gün bayram da neyse!
Birileriyle tanışılır ya genelde, ben yeni bir hisle tanıştım bu tatilde; Geç kalmışlık hissiyle!
Bilmem siz aşina mısınız kendisine ya da çoktan arkadaş oldunuz belki de ama benim tanışmam biraz sert oldu kendisiyle! Yumuşak bir merhaba ile değil de sanki duvara toslayan bir kafa darbesiyle!
Hayatın koşturmacasında, hep bir yere ya da birilerine yetişmek zorundayken fark edemediğim, ne zaman zaman durup da ruhum bedenime yetiştiğinde fark ettiğim korkutucu bir his bu!
Hepimiz her sabah bir şeyler için koşturuyoruz. İşe yetişmeye, işleri yetiştirmeye çalışıyoruz. Elimize yüzümüze bulaştırırken bazen bazı şeyleri, bazen de başarılara imza atıyor, takdirler duyuyor, haksızlıklar yaşıyoruz. Hırslarının peşinden koşanlar da var, isteklerinden- hayallerinden vazgeçenler de! 3 günlük hayatta savaşıyoruz- sevişiyoruz, zamanı gelince de göçüp gidiyoruz. Durum böyle olunca yani kendimle biraz baş başa kalınca, ‘acaba doğru yerde miyim, doğru bir şeyler mi yapıyorum?’ diye sorgularken buldum kendimi! Sizin de kendinizi yetersiz, geç kalmış, bazı şeyleri kaçırmış, yetişememiş hissettiğiniz zamanlar oluyor mu?
Hayatın sorumlulukları arasında koştururken ailene, birlikte olduğun kişiye, çocuğunun büyüyüşüne ve en çok da kendine geç kalmak!
‘Hayat denilen neydi ki nerede olmamız gerekti?’ diye sorduğunda cevap bulamadığında, karışır ortalık! ‘Şimdi neredeyim peki?’ sorusu gelirse ardından, işte o zaman başlamıştır farkındalık! 2 yol belirir o zaman önünde; Ya depresyona gireceksindir ya silkinip kendine geleceksindir!
Keşke’ler ile İyiki’ler arasında gidip gelen o sarkaçta iyiki’ler fazlaysa sıkıntı yok, illa kendine yetişeceksindir. Keşke’ler fazlaysa acele etmen lazım, zaman geçiyor- kuşlar uçuyor!
İşin aslı, kapitalist düzenin insanlara aşıladığı his bu, biraz da! Hep daha çok, daha fazla, bitmeyen bir daha ile hep az kaldığını, azla yaşamak zorunda bırakıldığını, az biraz mutlu olacakken o daha hissinin buna imkân tanımadığını hissettiren duygu! Oysa sağlığın yerindeyse, karnın tok- sırtın pek ise seni seven 1 kişi bile varsa yaşa gitsin işte!
Bu satırları okurken bir an durup düşündüysen, kendinle yüzleştiysen yakaladın zamanı! Geç kalmışsan da yetiştin bak, yaşa ânı!
‘Demir tava geldi kömür bitti, akıl başa geldi ömür gitti!’ diyen atalarımıza katılmıyorum ben!
Bunu diyen, silkinip kalkmamış, yetişmek istememiştir!
Her sabah uyanıyorsanız, hala yaşıyorsanız henüz geç kalmamışsınız demektir!
………………………….*…………………………………
CEHENNEMİN DÜNYADAKİ HALİ
Daha 3 gün bayram konuşurken, uzun sofralar, huzurlu zamanlar, kalabalık aileler derken gündem yine barut kokuyor! Ukrayna- Rusya Savaşı ekonomiyi darlarken, dünya Gazze’de olanlar yüzünden İsrail’i kınarken şimdi de İsrail- İran Savaşı ile çalkanıyor dünya! Zaten ekseni eğik dünyanın, yörüngeden çıkacak diye ödüm kopuyor valla!
Peki İsrail, şimdi de İran'a neden saldırdı?
Asıl sebebi hepimiz biliyoruz da bahanesi, İran'ın nükleer programına saldırmak ve İran rejiminin İsrail'e karşı devam eden saldırganlığına yanıt vermekmiş! Bu yüzden de İran'ın nükleer ve askeri tesisleri hedef alınarak düzinelerce savaş jeti harekete geçirilmiş! Ağabeyi yani Amerika da kendisine destek çıkarak, 'Gerekirse İsrail'i savunacağız' demiş!
Tuhaf ilerlemiyor mu sizce de? Savaş gibi de değil, yayılmacı politika güden iki ülkenin it dalaşı sanki! İsrail hedef vuruyor, İran sadece füze atıyor! Ya İsrail, İran Genel Kurmay Başkanı’nın yatak odasına füze attı ya! Bakın evine demiyorum ya, yatak odasına! Bizim kargocu, şehir merkezindeki evi bulamıyor da 3 kere arıyor, adamlar kilometrelerce öteden nokta atışıyla füze atıp adam vuruyor!
Yıllardır elinde nükleer silah olduğunu söyleyen ve bunun için sadece dünyayı değil gezegeni tehdit eden İran, elindeki füzeleri ardarda sallıyor. Değil nükleer silah, Rus ve Kuzey Kore destekli yetersiz füzelerin dışında silah sistemi neredeyse yok. Yahu İsrail gibi yaman bir düşmanın, tüm ülkelerin iştahını kabartan petrolün var ama çene suyuna çorba içmekten başka bir şey yapmamışsın göründüğü kadarıyla! Başı açık kadınların, masum insanların, din propagandalarının peşine düşmekten istihbaratını boşlamışsın. Toplamışsın mültecileri, yerleştirmişsin en hassas yerlere, arkandan vururlar işte seni böyle!
İsrail’in hedefi büyük Ortadoğu Projesi malumunuz! Buna engel teşkil eden de 3 şey var; Avrupa’daki ulus devlet yapısı, Çin sermayesi ve bölgedeki sosyo-kültürel güç olan İran
Avrupa’yı kavimler göçüyle göçmenle doldurarak, Çin’i ağabeyi Amerika’ya bırakarak, İran’ı da istihbarat teşkilatı MOSSAD ile baskılayarak! Lakin görünen o ki istihbarat yetersiz kalmış, top-tüfek- füzeyle saldırmak zorunda kalmış.
Düşünüyorum da Birleşmiş Milletler falan var ya hani, kürsüye çıkıp şunu yapmalıyız- bunu yapmalıyız diyorlar, onu kınıyorlar, buna ambargo uyguluyorlar hani- işte şimdi niye çıkıp demiyorlar ki kardeşim, siz komşu değilsiniz! Birbirinizi işgal durumunuz da yok, paylaşamadığınız sömürgeleriniz de! Aranızda ticaret yok, borç-harç ilişkisi yok! İran zaten İsrail’i devlet olarak tanımıyor, tanımıyorsa kimle savaşıyor? İsrail, dinden sebep saldırmışsa yahu zaten bütün Araplar İsrail’in yanında, esas duruşta! Savaşı konuşuyoruz da neden savaşıldığını, alıp karşısına ikisini de bir sorsa Allahaşkına!
“Vaadedilmiş topraklar” mevzusu, tevrat referanslı siyasi-emperyal bir plandır. Mesele sadece İran- İsrail çekişmesi değil, Ortadoğu haritasını ve bizim de sınırlarımızı ziyadesiyle etkileyen ideolojik bir yayılma politikası! Onların arasındaki savaştan bize ne demek lüksümüz yok arkadaş! Sıra bize gelmeden sınırları korumalıyız. Dostumuz olmadığını bilmeli, düşmandan değil 1, en az 5 adım öncesini düşünmeli!
Çünkü burası sadece kuzey Avrupa değil, Ortadoğu!
Yani cehennemin, dünyadaki hali!
………………………..*…………………………
HAFTANIN EN'LERİ
Haftanın Babası: ‘Yok artık dedirtti!’ Ünlü sitcom dizisi 'Frasier'ın 70 yaşındaki yıldızı Kelsey Grammer, 8.kez baba oluyor! Üstelik eşi de 46 yaşında! Önceki evliliğinden olan çocuğundan bir de torunu olan ünlü oyuncu, 8. çocuğu yaparak neyi ispat etmeye çalışıyor acaba! Çocukla ilgilenemedikten, onunla ortak bir şeyler paylaşmadıktan sonra, bu yaşta yeniden çocuk yapmak neyin kafası! Erkekliğin simgesi, kedi gibi sürekli üremek değil arkadaşlar, birileri bunu anlatsa, diğerler de artık anlasa mı acaba!
Haftanın Yatı: Limana yanaştı! Dünyanın en lüks yatlarından biri olan 'Lady Moura', Marmaris’te!
'Lady Moura'nın sahibi Meksikalı iş adamı Ricardo Salinas Pliego! Yat dedim de bilmediğimiz türden; İçinde helikopteri, 80 kişilik mürettebatı, hastanesi hatta güvertesinde kumsal sahili de var! Cezayir’den gelen yatın değeri 125 milyon dolar, yaklaşık 5 milyar TL! Ya gördünüz mü, zenginin malı züğürdün çenesini yordu gene!
Haftanın Cinayeti: İzmir’de bir trende işlendi! Yasak olduğu halde sigara ve diğer yolcuları rahatsız eden 37 yaşındaki Mehmet D., kendisini trenden indiren güvenlik görevlilerine saldırdı! 2 güvenlik görevlisinden 44 yaşındaki Seydihan A. kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi. Mehmet D.'nin daha önce yine aynı yerde buna benzer olaylara karıştığı ve tutuklandığı, bayramda da cezaevinden tahliye edildiği öğrenildi! İşte cezasını tamamlamadan salıverilen, yaptığı olayın idrakını anlamadan, pişman olmadan, rehabilite edilmeden cezaevinden çıkarılan kişilerin, toplumda nelere sebep olabileceğinin bir göstergesi! Tamam af çıksın ama katillere, canilere, istismarcılara, pedofillere değil!
Haftanın Sınavı: Aslında yılın sınavı hatta tüm zamanların sınavı olan Üniversite Giriş Sınavı, geldi çattı! TYT, AYT ve YDT sınavlarından oluşan eski adıyla üniversite giriş sınavı şimdiki adıyla YKS, bu haftasonu yapılıyor! Lise yıllarının bilgi be başarı düzeyinin ölçüldüğü bu sınav, benim girdiğim zamanda da kâbustu, gördüğüm kadarıyla hala da kâbus! Gençlerin meslek hayatlarının belirleneceği aslında tüm hayatlarının şekilleneceği bir sınavın psikolojik etkileri, aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, bir şekilde devam ediyor. Örneğin aradan 30 sene geçmesine rağmen ben rüyamda zaman zaman hala sınava giriyorum, soruları yetiştiremiyorum bazen sınava geç kalıyorum! Ve bir gün bu sınavın kalkacağını yerine farklı bir sistem geleceğinin umudunu hala taşıyorum. Sınava girecek herkese başarılar!