Geçen haftaya damgasını vuran en önemli konulardan biri, Sayın Cumhurbaşkanımızın; ‘Ay’a gidiyoruz’ açıklamasıydı. "2023 sonunda yakın dünya yörüngesinde ateşleyeceğimiz kendi milli ve özgün hibrit roketimizle Ay'a ulaşarak sert iniş gerçekleştireceğiz" açıklaması, toplumun her kesiminde büyük heyecanla merakla karşılandı, yorumlar patladı.
Uzaya gitmek, aya çıkmak yüzyıllar boyunca insanoğlunun hayali, öncelikli projelerinden biri oldu hep. Filmler, belgeseller, makaleler yayınlandı, bu konu yıllar boyu hep merak uyandırdı. Önceleri uzaya, aya gitmek bir bilinmezlik, bir gizem, macera, keşif gibi görünse de yıllar geçtikçe bu bir zaruret haline geldi. Cep telefonları, bilgisayarlar, uydu bağlantılı televizyonlar, radyolar vazgeçilmezimiz oldukça değil sadece uzaya gitmek, yerleşmek de farz oldu. Dijital, kablosuz bağlantılar için uzaya uydumuzu başka deyişle bayrağımızı dikmek gerekiyordu. Öyle de oldu. Bugün belli başlı, teknolojiyi üreten, kullanan ülkelerin de hemen hepsinin uzayda dikili bir ağacı var. Bu yüzden aya gitmek, medeniyetin göstergesi, gelişmişliğin emaresi. Bizi heyecanlandıran kısım da bu oldu en çok ya; izlediğimiz filmler gerçek olacaktı, telefonlar her yerde çekecek, sosyal medya artık Ay’dan bildirecekti. Uzaylılar bize gelmeden biz onlara gidecek, yıllardır süren bu merak nihayet bitecekti.
Tabi bizim memleketi, güzel yurdumun güzel insanlarını düşündükçe aklıma bazı sorular da gelmiyor değil. Şimdi onca yoldan gelmiş uzay mekiği, aya inip de basınca yere ne deriz biz;
“Şöyle bir yürüyelim de ayaklarımız açılsın”. Ya da hemen telefona sarılıp salimen vardığımızı haber verip verirken de o iğrenç espriyi yapmaz mıyız; ‘Ay’a baktım seni gördüm, sana baktım ayı gördüm’ :))
Yazarken gülüyorum da şöyle bir düşününce nedense şaşırmıyorum bu tepkilere. Kontrolsüz zekamız, malum meşhurdur ülkece. O yüzden Ay’ı sahiplenip bağrımıza basacağımıza da adım gibi eminim nedense. Tipiktir bizim davranışlarımız, dünyada da olsak fark etmez ayda da. Örneğin Ay’a inen ilk Türk’ün zemin müsaitse ismini yazacağına ve oradan ülkemize bakıp kendi evini bulmaya, yerini tahmin etmeye çalışacağına yemin edebilirim ama ispat edemem. Ya da sırtını yaslayıp uzay mekiğine, bakınıp çevresine; ‘Eyy Ay! Söyle bakalım, sen mi büyüksün ben mi! Ahdım olsun, yeneceğim seni! ‘’ diyebileceğine bahse girerim. Benim müteşebbis vatandaşım; ‘Buralar boşken hazır, birkaç dönüm arazi kapatsak iyi olur’ diye düşünmeyecek mi yani :)
Ama en emin olduğum şey Türklere mahsus iyiniyetli ve barışçıl tavrın orada da sürdürüleceğidir. Çünkü mottomuz her yerde aynıdır;
“Yurtta sulh, cihanda sulh, Ay’da sulh, galakside sulh!
…………………………………………….*…………………………………………….
Aya gidene kadar 6-7 yılımız var gibi gözüküyor o yüzden sosyal hayatımızın hayli renkleneceği Ay Platformu’ndan önce günümüzün en yeni en trend sosyalleşme yeri Clubhouse’dan bahsetmemek olmaz. Kendisine yeni nesil sosyal medya ağı, dijital kıraathane de denebilir. Doğduğun ev kaderindir gibi, girdiğin oda karakterindir Clubhouse’da. Çeşit çeşit sanal odalar var burada ve her odanın moderatörleri, moderatörlerin de yönettiği sohbetler. Görüntü olmadığından süslenmeye püslenmeye, arka plan hazırlamaya, kütüphane önünde konuşmaya gerek yok. Sadece sesinle katılıyorsun sohbete, el kaldırıp katılabiliyorsun, konuşabiliyorsun. En önemli özelliği de davetiye ile giriliyor olması yani herkes giremiyor, içerdekilerden birinin seni davet etmesi gerekiyor. Bir şey diyeyim mi sırf şu davetiye meselesi yüzünden buraya giren, girmek için bağlantı, eş-dosttan davetiye bekleyen birçok kişi biliyorum. Bu tür özel davet ile şifre, parolayla girilen yerlere özel bir zaafı var insanların. Kendilerini değerli mi hissettiklerinden ya da çok elit bir grubun parçası gibi hissetmek istediklerinden mi nedir, girmek zorundalarmış gibi düşünüyorlar herhalde. Çevresinde sohbet edecek kimseyi bulamayanlar, kimseyle kolay kolay arkadaş olamayanlar, fikirlerini paylaşacak mecra bulamayanlar için harika bir uygulama Clubhouse. Zaten sosyal biriyseniz, etrafınızdakilerle bolca sohbet edebiliyorsanız, yeteri kadar konuşabiliyor, anlatabiliyor, arkadaşlarınıza da zor vakit ayırabiliyorsanız, çok da cazip değil sanki. Şahsen benim kendi sesimi duymaya, iç sesimi dinlemeye vaktim yokken buna girmem biraz zor ama birçok insan için hele de eve kapandığımız bu pandemi döneminde büyük bir boşluğu doldurabilir. O halde;
Önün Instagram arkan Facebook, sağın Clubhouse, solun Twitter;
Ağını seç- oyuna katıl !
……………………………………………………….*……………………………………………………………
Ay’a gitmek için heyecanlanıyoruz evet ama kar yağacak diye de heyecanlanıyoruz bakın hala. Günlerdir Sibirya’dan teşrif edecek o büyük kar fırtınasını bekliyorduk. Stoklar yapıldı, erzaklar hazırlandı, oturuldu cam kenarına, beklenmeye başlandı. 1987’de yağan o unutulmaz karın benzerini yaşayacağımız söyleniyordu günlerdir. Hani haftalarca evlere kilitleyen, okulları haftalarca tatil eden, kar kalınlığının 50-60 cm.’leri aştığı o meşhur kış mevsiminin benzeri. Yağdı kar ama değil 87’deki gibi, üç hafta önceki kadar bile değildi. Sibirya’dan girdi zat-ı şahaneleri ama memleketteki havayı görünce bahar geldi sanıp muhtemelen teğet geçti. Gerçekten de bir bahar havası vardı dışarıda kaç gündür, gün güneşli insanlar ümitliydi, Susam Sokağındakiler gibi. Sıcak havanın üstüne geldiğinden olsa gerek, fırtına çok tutunamadı buralarda. Gösterdi yüzünü şöyle bir, çevirdi sonra başını başka taraflara. Her yer farklı etkilendi gerçi sanırsın İstanbul değil başka başka bir sürü şehir, hepsinde başka görüntü, başka yağış şekli. Beylikdüzü, Başakşehir’den biri; ‘İstanbul'a çığ düşmüş, göz gözü görmüyor, fena tipi var’ derken ‘Bir gram kar yok, hava günlük güneşlik, gök kuşağı bile var’ diyor Bakırköy’deki…
Sosyal medya sağ olsun an be an verdi kar görüntülerini. Herkes profilinde, duvarında paylaştı kar resimlerini, kardan adam eserlerini, karda mangal ziyafetlerini. Çünkü bu asli bir görevdi, paylaşmak gerekliydi. İklimi paylaşmamak, karlı resim koymamak dayak sebebiydi, Allah muhafaza itibarınız yerle bir olabilirdi.
O değil de Meteoroloji yarın don var diyor, bir delilik yapmazsınız değil mi? Onla ilgili bir şey paylaşmazsanız darılmayız yani :))
CANSEN ERDOĞAN