Bu ülkede iyi vatandaş “aman devletle başım derde girmesin” diye vergisini zamanında öder, primini gününde yatırır.
Bir de, “aman sende, nasıl olsa af çıkar” deyip kulağının üzerine yatan kesim vardır.
Ve af çıkar, borçlar yapılandırılır, cezalar sıfırlanır, biraz arkanız kuvvetli ise tümü silinebilir!
İyi vatandaş ise (hoşgörünüze sığınarak), “enayi miyiz?” diye sorar kendine...
Türkiye Futbol Federasyonu’nun “Kulüp lisans” ve “Finansal Fair-play” talimatlarında yaptığı değişiklikler de bu örneğe benziyor.
Sezon için ilan edilen borçlanma oranının on puan yükseltilmesi, başta Trabzonspor olmak üzere Bankalar Birliği ile anlaşma imzalayan ve ağır taahhütlerin altına giden kulüpleri isyan ettirdi.
Çünkü bu ülkede “iyi vatandaş” ödüllendirilmiyor. Durumu idare etmeye çalışanlar ise cesaretlendiriliyor.
İlk yarı bitiyor, Trabzonspor’un henüz ideal on biri yok. Sakatlıklarla çok boğuştu teknik direktör Ünal Karaman. Araya cezalı oyuncular da girdi. Şimdi takımdan uzun süre ayrı kalanlar geri döndü. Eksiklerin yokluğundaki eldeki kadro harika işler yaptı. Karaman’ın arayışlarının çoğu olumlu karşılık buldu. Tabii Ünal hocanın da tercih yaparken zaman zaman kafası karıştı.
Dün de Antalyaspor karşısında önceki haftaya göre sahadaki ve yedek kulübesindeki isimler farklı idi. Ve en önemli silahı Sosa yoktu. Lakin adaletli ve cesaretli davranırsanız, aidiyet ve güven duygusunu aşılarsınız. Karaman bunu başaran bir teknik adam. Ve şanslı!
Bir de, çok özel bazı oyunculara sahip. Hele aralarında iki kişi var ki; sanırım ben yazmaktan, taraftar asistlerini ve usta gollerini izlemekten keyif almaya devam edeceğiz. Adı malum; Alexander Sörloth. Genç yaşına rağmen müthiş bir yetenek. Tekrarlıyorum, yönetim elini taşın altına koyup, Norveçlinin tapusunu mutlaka almalı.
Diğeri ise genç file bekçisi Uğurcan. İddia ediyorum Uğurcan olmasa, Trabzonspor bu
Geçen sezon genç oyuncuları ile ligde derece yapan Trabzonspor, elbette daha fazlasını hedefleyecekti.
Nasıl olacaktı bu?
Ekonomik ve isabetli transferlerle, kadroyu bir üst sınıfa taşıyarak.
Yapabildi mi?
Tam olarak diyemeyiz. Ama dikkat çeken çok özel bir isim var; Alexandre Sörloth...
Trabzonspor’un efsane futbolcularından, şimdilerde meslektaşım, spor yazarı İskender Günen ile Sörloth’un ilk maçını ve golünü izledikten sonra birbirimize bakıp, “Kumaşı mükemmel, daha iyi olacak, müthiş bir transfer” demiştik.
Takıma “yıldız” oyuncu isteyen taraftar ve yerel medyanın bir bölümü ise, Sörloth alındığında dudak bükmüş, “Nereden çıktı bu adam?” diye eleştirmişlerdi.
Sözde haftanın en önemli maçıydı. Kusura bakmayın da bir tarafta deplasman fobisinden kurtulamayan Galatasaray, diğer yanda seyircisinin müthiş desteği ile kazanmak için tüm avantajlara sahip Trabzonspor vardı sahada.
Tamam tedbirli oynayacaksınız, ona göre bir oyun kurgunuz olacak da, milyonların izlediği bir karşılaşmada özellikle ilk yarıda futbol adına bu kadar eksik kalmak, yüz milyonlarca lira maliyetli “büyük unvanlı” iki takıma da yakışmadı doğrusu.
Koskoca 45 dakikada ofansif anlamda akılda kalacak tek pozisyon yaşanmadı. Beraberlik adına hazırlanmış taktikler futbolu gerçekten çekilmez kılıyor. Sen birşey üretmeyecek, rakibin hatasını bekleyip, tilki taklidi yapacaksın. Sonra da şampiyonluktan söz edeceksin. Belki günü kurtarabilirsiniz, peki yarınlar?..
Kimse aralıksız yağan yağmurun ağırlaştırdığı zemini bahane etmesin. Koşullar herkes için aynı idi. Böyle bir maçta beklentiler yüksek tutulunca insanlar kalite, gol ve sonuç bekliyor.
İkinci yarı başlarken ilk hamle Fatih Terim’den geldi. Lemina’yı kenara alan hoca, Jimmy Durmaz
Ülke olarak zor bir süreçten geçiyoruz.
Ekonomik sıkıntılar, uluslararası ilişkilerdeki belirsizlik, iç siyasetin bitmek bilmeyen çekişmeleri, geleceğe yönelik kaygılar, düşünce özgürlüğünü kısıtlayan baskılar, işsizlik sorunu derken; daraldık ve bunaldık.
Peki, 80 küsur milyonluk bu coğrafyada hiç mi güzel işler yapılmıyor? Takdir edilecek gelişmeler yaşanmıyor? Bizi mutlu edecek, yüzümüzü güldürecek bir şeyler yok mu?
Var elbette. Her koşulda hayatın içinde kalmak, iyiliklere tutunmak, mücadele etmek, direnmek, tepki göstermek, hak aramak, gençliğe değer vermek önemli.
Bugün size, medyanın satır aralarında kalan üç örnek vermek istiyorum.
BİR; SATRANÇTA REKOR
Trabzonspor gibi büyük bir camia her daim zirve mücadelesinin içinde olmalı. Başkanı, yönetimi, teknik direktörü ve her türlü olumsuzluğa karşın bu oyuncu kadrosu ile ekstra işler yapıyor çünkü.
Ünal Karaman’ın hakkını vermek gerek. İki sezondur en zor koşullarda şikayet etmeden, kimseyi suçlamadan, oyuncularına güvenerek yoluna devam ediyor. Hakemlerle uğraşmıyor, sakatlıkları dert etmiyor, bahane üretmiyor, gençlere inanıyor. Bu sağlam duruşu takıma da yansıyor ve 2010-11 sezonundan beri ilk kez böylesine karakterli bir oyuncu topluluğu izletiyor taraftara. Net söylüyorum, uzun zamandır keyif alıyorum onları izlerken.
Dün başkent deplasmanında yine rotasyona gitmek zorunda kaldı Ünal hoca. Ama artık alıştık. Oyuncular da öyle. Kim, ne zaman forma alacağını bilemese de şans bulan hakkını vermeye çalışıyor.
Ankaragücü karşısında erken gelen gol elbette avantaj oldu. Hele ilk yarının son dakikasında rakibin on kişi kalması çok rahatlattı bordo-mavili ekibi. Faty’nin sorumsuzluğu affedilir cinsten değildi. Sonrası çorap
Milli takım arasında ligin tansiyonu düştü sanıyorsanız, yanılıyorsunuz...
İçerisi çok karışık ve tatsız. Öyle böyle değil.
Hakem camiasından söz ediyorum. Hani her hafta gündem oluşturan hakem hatalarından.
Aslına bakarsanız herkes mutsuz. Futbol Federasyonu, Merkez Hakem Kurulu, hakemler, kulüpler, teknik direktörler, futbolcular, taraftar grupları...
Tümü mevcut durumdan şikayetçi...
Sadece medyanın işine geliyor yaşananlar. Kötü gidişattan en çok onlar nemalanıyor çünkü.
Her hafta sonu televizyonlarda saatlerce hakemler ve hatalar konuşuluyor. Gazetelerde, köşelerde konu hep hakem.
Türk hakemliği sadece ülkemizde geri gitmiyor, Avrupa’da da hızla ivme kaybediyor.
Cüneyt Çakır’ın dışında sadece Ali Palabıyık aşama kaydetti. Diğerleri ya yerinde sayıyor, ya geri vitese takmış bekliyor.
Aslında bu kötü süreç, Zekeriya Alp’in ilk Merkez Hakem Kurulu başkanlığı döneminde başladı.
Fırat Aydınus ve Bülent Yıldırım’ın atletik testlere başarısız oldukları gerekçesiyle FIFA listesinden çıkarılmaları, Türk hakemliği adına ciddi bir prestij kaybı idi.
Hani Cüneyt Çakır olmasa, Avrupa’da ve dünyada esamemiz okunmayacak.
Bundan tam üç yıl önce; şu an UEFA Hakem Kurulu Başkanı olan Roberto Rosetti ile Milliyet gazetesi adına bir röportaj yapmıştım. Rosetti, Türkiye Futbol Federasyonu tarafından MHK eğitimcisi olarak görevlendirilmişti. Eski İtalyan hakemin o gün söyledikleri, tespitleri ve uyarıları bugün yaşadıklarımızla aynen örtüşüyor. Türk hakemliği olarak bir arpa boyu yol alamamış, aksine can sıkan bir gerileme içine girmişiz.
Rosetti söyleşimizin manşetini şu sözlerle