Çetin Altan

Çetin Altan

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bakalım bugünün gazete manşetleri; 1 Mayıs 1977’nin, Taksim Meydanı’nda bıraktığı vurulup ezilmiş cenazelerine, anısal bir köprü kurma direnişinin haberlerini nasıl vermiş olacak?
*   *   *
Fötr şapka nasıl, çağdaş toplumlardan kopyalanmışsa; 1 Mayıs bayramı da öyle kopyalanmış ve adına önce “bahar bayramı”, sonra “amele bayramı”, sonra da “işçi bayramı” denmişti.
*   *   *
Canım bir tatil günü 1 Mayıs bayramıyla, “proletarya”nın tarihsel oluşum süreci içine dalmaya gerek yok.
*   *   *
O süreçten buraları ne kadar etkilendi, neler kopyalandı, neler taklit edildi; hepsi de, kamu bilincinde kristalleşmemiş konular.
*   *   *
“Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda çağdaş uygarlık düzeyine varma”yı hedefleyen eğitim programları, nedense salt hamasete ve “Türk’e Türk propagandası yapmaya” ağırlık vermiş ve “sosyoekonomik” konuların üstüne çarpı işareti çekip, o konulara değinmeyi suç saymıştı.
*   *   *
Taksim Meydanı ile ilgili olarak, bir tatil gününe en uygun ve sevimli yaklaşım, Taksim Cumhuriyet Anıtı.
*   *   *
Geçen yüzyılın başlarında ünlü bir İtalyan heykelcisi olan Canonica, 1925’te “Cumhuriyet Devrimi”ni simgeleyen heykeller yapması için Ankara’ya davet edilmişti.
*   *   *
O tarihlerde Canonica, 55-56 yaşlarındaydı.
İlk olarak, kendisine sipariş edilmiş olan Ankara’daki atlı “Atatürk Anıtı” ile, Mareşal üniformalı “Atatürk Heykeli”ni yaptı 1927’de.
*   *   *
Yine sipariş üstüne Canonica’nın yaptığı “Taksim Cumhuriyet Anıtı” ise 1928’de dikildi oraya.
*   *   *
İstanbul’un Belediye Başkanlığı’nı valilerin yüklendiği dönemlerde de kimse merak etmedi Taksim’deki “Anıt”ta hangi figürlerin bulunduğunu; Belediye Başkanlığı’nın, Valilik’ten ayrıldığı dönemlerde de.
*   *   *
Canonica’nın 1928’de yaptığı Taksim Cumhuriyet Anıtı’nda 2 tane de Sovyet generalinin figürü vardı; General Veroşilov ile General Frunze’nin.
*   *   *
1925’te ölmüş olan Frunze, Sovyetler’in diplomatik ilişkiler kurması için Ankara’ya gönderdiği bir generaldi ve o tarihlerde Moskova’ya yazdığı raporlar, 50 yıl sonra Türkçeye de çevrildi.
*   *   *
Canonica’nın Taksim’de diktiği “Anıt”a, o 2 Sovyet Generali’nin de figürlerini neden koymuş olduğunu, araştırsın isteyenler.
*   *   *
Bendeniz ise İtalyan heykelci Canonica’ya, yaptığı heykeller karşılığında, ne kadar “telif hakkı” ödenmiş olduğunu bir türlü bulamadım.
Belki de “tahsisat-i mesture” denilen “örtülü ödenek”ten ödendiler.
*   *   *
Heykelci Zühtü Müridoğlu da Göztepe’de otururdu. Bazen buluşur konuşurduk. O da birçok Atatürk heykeli yapmıştı.
Zühtü:
- İyi ki şu Atatürk heykelleri var, derdi; yoksa biz, çalışacak bir alan bulamazdık.
*   *   *
Vaktiyle Münir Hayri Egeli de, alçıdan ufarak bir Atatürk büstü yapıp çoğaltmıştı.
Anadolu’da kasabaları gezer ve muhtarlıklara birer “Atatürk büstü” konması için ilgilileri uyarırdı.
*   *   *
Münir Hayri’nin geçtiği kasabalardan birkaç gün sonra da, alçıdan “Atatürk büstü” taşıyan bir araba geçerdi.
Her büstün fiyatı 2,5 liraydı.
*   *   *
Münir Hayri’nin sağlığında da, o ilginç gezileri yazıldığı için; tekrarında bir sakınca görmedim.
*   *   *
Bakalım gazete manşetleri bugün nasıl çıkacak?
Kabinede büyük bir değişiklik söz konusu, bir de...
*   *   *
Neden Türkiye’de, politikanın itibarı ve getirisi bu kadar çekici ki?
Keşke “yazı”nın, “tiyatro edebiyatıyla sanatının”, “ressamlığın” getirisi de; yani efendim “telif hakları” da, aynı çekicilikte olsaydı.
*   *   *
O zaman ne Hüseyin Cahit, Refik Halit, Falih Rıfkı, siyasete; ne de Reşat Nuri, Faruk Nafiz, Cahit Sıtkı bürokrasiye sığınmak zorunda kalırdı.
*   *   *
Ankara, oldum bittim; o sırada sürdürülen politikanın övülmesini isterdi “kalem” adamlarından.
*   *   *
Hazineden geçinmeli mesleksiz “mevki sahipleri”, 20 ciltlik bir kitap rafı dahi bulunmayan, köylü kökenli ailelerden geldikleri için; bilmezlerdi “yazı”nın değerini “zaman terazisi”nin ölçtüğünü.
*   *   *
Cervantes’in yazdığı ve yarattığı Donkişot’u, aradan geçen 500 yıl bayatlatamamıştı.
Bir zamanlar benimsenmiş olan politikalar ise, çok hızlı buruşuyordu
*   *   *
Sanatla bilimin, üst düzey “mevki” sahipliği kadar itibarı ve getirisi olmayan, şeffaflık yoksunu ülkelerde ise; ister istemez koltuk kavgalarıyla kutuplaşmalar ve toplumsal çalkantılar önlenemiyor.
*   *   *
Bir cumartesi sabahında sevilmiş bir fıkrayı hadi tekrar hatırlatalım.
*   *   *
Adamın biri, bir kahveye girmiş; bir çay söyledikten sonra gidip pencerenin dibine oturmuş.
Tüm dikkatiyle gözleri dışarıda, çaydan iki yudum ya içmiş, ya içmemiş; birden kapının önüne fırlayarak.
- Yeşilli taraf yukarı, yeşilli taraf yukarı, diye bağırmış.
*   *   *
Sonra tekrar dönmüş yerine. Çayından iki yudum daha içmiş ki, yine kapıya koşarak bağırmış:
- Yeşilli taraf yukarı, yeşilli taraf yukarı.
*   *   *
Adam çayını bitirinceye dek, en azından beş kez daha kapıya seğirtip devam etmiş bağırmaya:
- Yeşilli taraf yukarı, yeşilli taraf yukarı, diye.
*   *   *
Sonunda kahveci merakla, adamın yanına gelmiş:
- Neden öyle ikide bir kapıya koşarak, yeşilli taraf yukarı, yeşilli taraf yukarı, diye bağırıyorsunuz, demiş.
*   *   *
Adam:
- Efendim, demiş; karşıdaki bahçeye ağaç diktiriyorum. Ancak bulduğum kişiler, daha önceleri Hazine’den geçinmeli “mevki sahipleri”nin yanında çalıştıklarından, her şeyi ters yapmaya alışmışlar. Fidanların da köklerini havaya doğru kaldırıp, ağaçları tepetaklak dikmeye kalkıyorlar; onlara bağırıyorum.
*   *   *
Birkaç gün sonra anlaşılmış ki, dikilen ağaçlar da naylondanmış.
Çünkü onları diktiren kişi de, eski bir hukukçuymuş.