Salih Memecan'ın, "Bizimcity" başlığını koyduğu, palavralardan arınmış ve kahkahalarla betonlanmış dünyasında; dünkü karikatürü de, tüm ciddi yorum, açıklama ve demeçlere nanik yapan bir gerçekçiliğin esprisindeydi.
Tepesi diş diş mazgallı bir kule... Üstünde Avrupa Birliği'nin, üye ülkeleri temsil eden 15 sarı yıldızla çemberlenmiş mavi bayrağı...
Ve kulenin tepesine kadar erişmemiş, uzun bir gönderin ucunda Alman bayrağı...
Başbakan Tayyip Bey, Alman bayrağının gönderine tırmanmış; AB bayraklı kulenin tepesine en yakın son penceresine uzanmaya uğraşıyor...
***
Memecan'ın etkisiyle olacak, bendenizin de aklından bir yığın karikatür konusu geçmeye başladı.
Yerel seçimler için, silinmekte olan muhalif parti liderleri tarafından saptanan belediye başkanlığı adayları, kavgalara gürültülere neden olmada...
Şöyle bir karikatür konusu geçiyor hayalimden:
Bizde halk "mani"leri, akıl ötesi bir "sürrealizmin" şahyapıtları gibidir.
İşte bir örnek:
Madem çoban değilsin
Ardındaki sürü ne?
Beni yardan ayıran
Yüzü koyun sürüne.
Belediye başkanlığı için adaylığı reddedilmiş olanlarla yandaşları, öfkeyle bağırıp duruyorlar liderlerine; "Madem çoban değilsin ardındaki sürü ne?"
Ve uzaklarda kalmış koltuklarla, oraya seçilmesi engellenmiş kişiler ve yandaşları, koltuklara bakarak beddua ediyorlar liderlerine; "Bizi yardan ayıran, yüzü koyun sürüne"...
***
Bizde zaten politika tarihi tam bir kara mizahtır aslında...
Yüz yıl gerisine gidelim. 1904'te Osmanlı tahtında oturan II. Abdülhamit, biliyor muydu 4 yıl sonra devrileceğini?..
Ama belki de Alman İmparatoru II. Wilhelm tahmin ediyordu. Çünkü herhalde bilgisi vardı İttihatçıların gizlice nasıl örgütlendiğinden...
Acaba o tarihlerde Alman basını, İstanbul hakkında ne tür haberler veriyor ve neler yazıyordu?
***
Yüz yıl öncesini bir yana bırakalım; 50 yıl önce bizim dış politika yazarları acaba neler yazıyorlardı?
Ahmet Şükrü Esmer neler yazıyordu, Necmeddin Sadak neler yazıyordu, Ömer Sami Coşar neler yazıyordu?
Ve şimdi neler yazılıyor, neler konuşuluyor?
Aradaki değişimin nedenlerini hiç kurcalayan var mı?
Bizim gördüğümüz, TV ekranlarına çıkan davetlilerin genellikle hep bildikleri gazelleri okudukları...
***
1946 yılında, Ulus gazetesinde Ratip Tahir, küçücük odasında salt arkadaşlara göstermek ve dalga geçmek için bir karikatür çizmişti...
Sırt üstü yere serilmiş bir adam ve CHP'nin altı oku tam kalbine saplanmış. Altındaki lejand da şöyle; "CHP milletin kalbindedir"...
***
Köylü ve kasaba yığınları, merkezin "Kışla" parfümlü aşırı baskıcı politikalarına karşı tepkisini; "Cami" parfümlü bir politikanın ortak korosu halinde gösterme eğilimindeydi.
***
Türkiye, endüstri devriminden geçmemişti; ne sermayeci evrensel bir burjuva sınıfı, ne de politik örgütlenmesiyle ortaya çıkmış bir işçi sınıfı vardı...
"Kışla" parfümlü merkezi bir egemenliğin muhalefeti, "Cami" parfümlü bir tepkide somutlaşıyordu.
Şayet Türkiye de endüstri devriminden geçmiş olsa; muhalefet "Cami" parfümlü siyasette değil; Marksist parfümlü "komünist", "sosyalist", "sosyal demokrat" partilerde arz - ı endam edecekti.
***
Türkiye'yi 1800'lerden, yani III. Selim'den bu yana, dış dinamikler aşırı etkilemekte ve Türkiye hep alışık olduğu gazeli okumakta...
Yerel seçimlerin sonucu da neden şimdiden belli?
Neden Washington, Berlin, Moskova ve hatta Tokyo, birden Türkiye'nin üstünde odaklaşmakta?
Bunun "sosyo - ekonomik" analizlerini yapan ve küresel değişimi; teknolojideki ve üretim biçimlerindeki değişimlerle ilmikleyen; Fransız İhtilali'nin bir ürünü olan "ulus - devlet" modelinin artık aşılmakta olduğunu vurgulayan pek kimseye rastlanmıyor Türkiye'de...
***
Dört yüz yıl önce Galileo'nun dediği gibi:
- Ne yapayım ki kendi ekseninde dönüp duran Dünya'dır; Güneş değildir Dünya'nın çevresinde dönen...
Evet, ne yapmalı ki "değişim", Türkiye'yi de zorlayarak, sürüp gidiyor; hem de daha hızlanmış olarak; biz farkında olsak da, olmasak da...