Çetin Altan

Çetin Altan

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Gemi, New York limanına varmış, vinçler çalışmaya başlamış, getirilen yükler boşaltılmış, yerine yeni yükler alınmış. Kaçak genç, hapis olduğu kıç altı ambarında, sadece gürültülü vinç seslerini dinleyip durmuş.Dönüşte İstanbul'a vardığında, geminin yöneticileri genci serbest bırakmışlar.Gencin arkadaşları, kendisine:- Anlat bakalım neler gördün New York'ta, diye sorduklarında...Genç hep aynı yanıtı veriyormuş:- Vallahi ne anlatayım; bir gürültü, bir gürültü...***İç ve dış politikayla ilgili güncel haberler de öyle...Hükümet, Bakanlar Kurulu'nda sessiz sedasız aldığı bir kararla, Irak'ın yeniden yapılandırılması kapsamında bütün havaalanı ve limanları ABD ile Irak harekatında ABD'nin yandaşı olan ülkelere açmış...Ne diyelim, açsın.***Rusya Devlet Başkanı Putin; 129 yıl sonra, yani Çar II. Alexandre'dan sonra, İngiltere Kraliçesi tarafından ilk kez Londra'ya davet edilen bir Rus devlet başkanı olmuş ve eski zaman imparatorları gibi tantanalı bir törenle karşılanmış.Ne diyelim, karşılansın.***Diyanet İşleri Başkanlığı'na bu yıl alınacak 1600 kişinin sayısı, bir anda 15 bine, neredeyse on katına çıkarılmış.Yargıtay 'topluma kazandırmak için' işkence cezalarını ertelemiş.Savunma güçlerimiz, çağ koşullarına göre kendini yeniden düzenlemeye yönelmiş.Güncel haberlere şöyle bir kulak verip, şöyle bir baktığınızda; bir gürültü, bir gürültü...***Yalnız bir konu var ki, o güncel gürültülerin dışında gibi görünüyor. O da, üniversite mezunu 700 bin gencin ekmeğini nasıl kazanacağı?..Üniversite mezunu olmayan işsiz gençlerle birlikte, sayı 1 milyona çıkıyormuş.Burada tuhaf bir yamukluk varmış gibi geliyor bize...DİE'nin yaptığı açıklamalara göre, 69 milyon nüfuslu Türkiye'de sadece 200 - 300 bin kişinin mesleği var.Bir başka değerlendirmeyle, Türklerin en tipik özelliği, mesleksiz oluşları...En tipik özelliği mesleksizlik olan bir ülkede, her yıl 1 milyon gencin kendisine bir ekmek kapısı araması, bize biraz yamuk görünüyor.***Gençlerin kendilerine aradıkları ekmek kapısı; elbet de, ne terzi çıraklığı, ne aşçılık, ne mobilya ustalığı...İtibarlı, havalı; ya bir devlet kapısı, ya bir holding kapısı...Yamukluk da zaten buradan başlıyor. Çıplak hayatta, kendi ekmeğini kendi işyerinde kazanan meslek sahibi zanaatçılar hor görülmede.Ailelerin geçimlerini sağladıkları bir meslekleriyle; mesleklerini değerlendirdikleri bir atölyeleri, yahut işyerleri yok gibi...***Oysa ailesinin bir işyeri yoksa ve kendisi orada çalışmayacaksa; lise diploması almak ne işine yarar bir gencin?Rica, minnet; küçücük paralara, hiçbir gelecek vaat etmeyen bir devlet dairesine kapılanmaya mı?Sınıflarda harcanan onca yıllara yazık...Üniversiteler için de, durum daha değişik değil.***Hukuk fakültesine giden bir genç, bir avukatın yanında çalışarak bitirirse fakültesini, işsizlik diye bir sorunu olur mu?Sevdiği bir işte çalışmak ve onunla evrensel bir kalitede bütünleşmek için üniversiteye gider bir genç...Üniversitelerdeki öğretim üyesi dostlardan duyduğumuza göre ise, yeni bir moda esiyormuş gençler arasında; üniversiteyi bitirip, bir an önce zengin olmak...Her şeyin bir bedeli vardır hayatta. Ya o bedeli kendi iradenle peşin peşin ödersin; ya hayat senden çıkarır o bedeli sonunda, iş işten geçtikten sonra...***Fazla akıldanelik yaptık galiba... Her gencin hayatı kendisinin... İster ziyan zebil eder; ister rengarenk bir seraya çevirir; kendi bileceği iş...***Bu arada, bizim takvim yapraklarının bir yıl daha azalması karşısında, elektronik postayla hiç beklemediğim yoğunlukta bir dostluk galaksisiyle karşılaştım adeta. Kanada'dan, Sidney'den, Almanya'dan, İsviçre'den ve içerideki hemen her yöreden bir gökkuşağı sarmaladı gönlümü...Ya hele bin yıllık dostum Adalet Ağaoğlu'yla, Sami Kohen'den, Zülfü Livaneli'den ve Doç. Dr. Sami Selçuk Bey'den gelen telefonlar...Hıncal Uluç'un, hiçbir zaman layık olamayacağım virtüozitedeki yazısı ise, - artık yürekli durmam gereken dönemlere geldiğimi bildiğim halde - azıcık şey ediverdi gözlerimi... Sevgili İclal Aydın'ın arıtılmış gönül armağanı da... c.altan@prizma.net.tr Daha önce de yazmıştım. Melih Cevdet'in anlatmayı pek sevdiği, olmuş bir vaka vardı. İstanbul'da gencin biri, kaçak yolcu olarak New York'a giden bir şilebe binmiş ve yolda yakalanmış. Geminin asayişinden sorumlu olan 2. kaptan da, kendisini kıç altı ambarına hapsetmiş.