Geçtiğimiz pazar; vazgeçtik tüm Türkiye’yi, yalnız İstanbul’daki bahçeli, teraslı, havuzlu, deniz manzaralı lokantalarla; korular içindeki lokanta ve çay bahçelerinde kaç nişan davetiyle, kaç düğün daveti verildiğini sadece Tanrı bilir.
* * *
Türkiye’de yılda 600 bin nikâh kıyılıyor. Ülkedeki nüfusun yarısının 28 yaş ile daha da altında olmasının doğal bir sonucu.
* * *
Ve bu nikâhlar ramazan ayı yaklaşırken yoğunluk kazanıyor.
Neden?
Çünkü ramazan ayı ile ramazan ve kurban bayramları arasında nişan törenleri de, nikâhlanmalar da, düğünler de rafa kalkıyor.
* * *
Böyle bir gelenek, “Atatürk ilke inkılapları doğrultusunda çağdaş uygarlık düzeyine erişme hedefine” uygun düşse de sürüyor, düşmese de.
* * *
Hadi yine Polonezköy’de 157 yıllık Leonardo’nun sahibi Antoni Bey’in, güncellik dışı konularla kafasını ütülercesine soralım:
- Neden böyle bir gelenek sürüp gidiyor?
* * *
Çünkü efendim konu ekonomik.
Ramazan ayında millet oruçluyken, nişan ve düğün davetleri iftarla sahur arasında nasıl yapılabilir?
* * *
İki bayram arasında nikâh ve düğün yapılmaması da; Ramazan Bayramı ile Kurban Bayramı harcamalarına, bir de düğün masraflarının bindirilmemesi için...
* * *
Geçtiğimiz pazar, Beykoz’da bir zamanların “Abraham Paşa Korusu”nda da bir düğün daveti vardı; Dragos’taki lüks bir otelin bahçesinde de...
* * *
O iki düğün arasındaki fark; Köyceğiz’deki sevgili Feriştah ile, Kandilli’deki bir başarı anıtı olan Suna Hanım arasındaki farktan daha büyüktü.
* * *
Bu farkın nedenlerini, enseyi karartmadan; Caddebostan iskele caddesinin, Bağdat Caddesi’ne iyice yaklaştığı kıyısındaki Horoz Mustafa’nın dükkânında; tavanından binlerce, hayır yüz binlerce inen zincirlerin her halkası arasına takılı kolyeleri, bilezikleri, küpeleri, broşları, yüzükleri ve Boğaz’daki bir villa değerinde gerçek antikalarla, Japon vazolarını seyredercesine; eğlene eğlene eleklerden geçirmek için...
* * *
Yok yok, son 80 yıllık bütçelerde silah alımlarına toplam kaç yüz milyar dolar harcandığı ile 3200 belediyeye kaç ambulans sağlandığı kıyaslamalarını kürdanlayacak değiliz...
Öylesi bir kıyaslama eğlenceli değil, acıklı...
* * *
Eğlenceli olan; Horoz Mustafa’nın dükkânında tavanlardan aşağı sarkan binlerce, hayır yüz binlerce zincirin her halkasına takılı bir kolye, yahut bir bileziğin 3 TL olması yanında, bir Japon vazosunun 500 bin TL olması türünden; nargilenin tarihine göz atmak...
* * *
Ama önce Bedri Rahmi’nin “İstanbul Destanı”nından küçük bir bölüm:
Köşede sedef kakmalı tombul bir ut,
Tamburi Cemal Bey çalıyor eski plakta.
Sonra ellerinde şamdanlar, nargileler,
Faslı acem kılıçları,
Amerikan kovboyları...
Eller yukarı.
* * *
Bir ay kadar önce Maçka Parkı’nda canım nargile içmeyi çekmişti.
Babam da, tam bir nargile tiryakisiydi. Edirne’de Saraçhanebaşı’ndaki Mehmet Ağa’nın kahvesinde de nargile içerdi, Belediye Parkı’nda da; Bursa’da Yeşil’de de; Göztepe’deki Köşkün bahçesinde bol gölgeli atkestanesinin altında da...
Çeşit çeşit de nargilesi vardı rahmetlinin; tıpkı frakı, jaketatayı, smokingi, silindiri, melonu, fötrü olduğu gibi...
* * *
Nargilenin tarihi Hindistan kökenli; 16. yüzyıldan sonra İran’a, Araplara, Osmanlı dünyasına da uzanıvermişti...
* * *
Hadi yeni gelin ve damatların aklına geldiğini hiç sanmadığım bir merak kancasına bir fiske vuralım:
- Ünlü polis hafiyesi Sherlock Holmes, neden pipo içiyor da, nargile içmiyor?
* * *
Bu soruya hemen:
- Onların kültürü öyle, bizimki böyle gibi şapşal bir yanıt vermemek gerek.
* * *
Türkiye’de cep telefonu sayısı 53 milyon...
Cep telefonu onların kültürü mü, bizim kültürümüz mü?
Ya elektrik, ya otomobil, ya uçak, ya televizyon?..
* * *
Kaldı ki pipo da, Amerika’da Kızılderililerin ünlü “barış çubuğu” kökenli...
* * *
Amerika’da Kızılderililerin “çubuğu”, beyaz derililerin “pipo”suna dönüştükten sonra; “pipo”yu, denizciler getiriyor Avrupa’ya.
* * *
Nargile ile pipo arasındaki fark; Avrupa ile Asya arasındaki fark...
* * *
Okyanuslara ilk kez kim açıldı; kimler keşfetti Amerika kıtasıyla, Avustralya kıtasını?
* * *
Dalgalarla boğuşan teknelerde gemiciler, pipoyu rahat içebilir ama, nargile de içebilir mi?
* * *
“Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda çağdaş uygarlık düzeyine varma uğraşı”; Asya “nargilesi” ile Amerika ve Avrupa “pipo”su arasındaki farkın nedenlerini kurcalamaya beyinsel bir asansör kuramadı.
* * *
“Olduğundan fazla görünme”; “gerçek görüntü”nün ve onları su yüzüne, ekonomik bir şeffaflıkla çıkarmaya çalışanların üstüne abandı ve boğazına ilmik taktı.
* * *
Bendeniz ne nargileyle pipodan söz açtım Dragos’ta Gülay Hanımefendi’ye, ne Polonezköy’de Antoni Bey’e...
* * *
Mehmet Altan ve torunum Ali ile paylaştık bu konuları...
* * *
Kızım Zeynep’le de şöyle bir geçtik Horoz Mustafa’nın bir “fenomen”olan dükkânından...
* * *
Ankara’daki politika dalaşı, İNSANLIĞIN ortak bahçelerinin çok dışında.
Biz ise o bahçeyi Varto’da da, Adile Sultan Sarayı’nda da, Yuvarlakçay masalarında da bazen paylaşmanın tadı, bazen öyle bir özlemin öksüzlüğüyle; koparmaya çalışanlardan olduk takvim yapraklarını...
* * *
Hadi nargile üstüne bir dörtlük:
Cam kavanozuyla zarif nargile;
Upuzun bir marpuç, ateşli lüle...
Bir nefes çekince marpuççuğundan,
Foturdayıp durur, tüm sönse bile.