Çetin Altan

Çetin Altan

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Adamın biri, özel bir klinikte, bir Dr. Operatöre musallat olmuş: - Beni hemen hadım edin, diye.
Operatör:
- Neden hadım olmayı istiyorsunuz, diye sormuş.
- İçimden öyle geliyor.
- Sonra pişman olmayın...
- Olmam olmam siz hemen edin, kaç paraysa vereceğim.
***
Operatör, adamı ameliyata götürmüş ve hadım etmiş; bir yandan da dalgasını geçiyormuş:
- Şimdi en çok, sebepsiz yere memelerini aldıran aktris Angelina Jolie’ye sen layık oldun, diye.
***
O sırada kliniğe Keloğlan girmiş ve sedyeyle yatağına götürülmekte olan adamı görünce:
- Ne oldu be sana Recai’ciğim, diye eğilip boynuna sarılmış; iyi ki aşı olmak için uğramışım buraya...
***
Recai de Keloğlan’a:
- Ne, ne dedin, diyormuş.
- Aşı olmak için iyi ki uğramışım buraya, dedim.
- Aşı ha, aşı dedin; işte bir türlü hatırlayamadığım kelime.
***
Recai başlamış bağırmaya:
- Hey doktor nerdesin, diye.
Arkasından gelmekte olan doktor:
- Ne var, demiş.
- Kestiklerini yeniden takamaz mısın, parasını veririm.
- Olur ama, sadece “zevahiri-görünüşü” kurtarmaya yarar, yoksa hiçbir işe yaramaz. Tıpkı Arap Baharı gibi...
***
Keloğlan’ın da saçları gürmüş. Neden kendisinin lakabının “Keloğlan”a çıktığını bilmiyormuş.
“Kellik” üstüne bol kepçe olan deyimleri sıralıyormuş:
- Takke düştü kel göründü, kel başa şimşir tarak, kelin ilacı olsa kendi başına çalar, kel kafalının biri; hem kel, hem fodul... Bu arada çıktı bizim lakabımız da “Keloğlan”a herhalde, diyormuş.
***
Geçtiğimiz Çarşamba gecesi, Amsterdam’da da Portekiz takımı Benfica’yı İngiliz takımı Chelsea 2-1 yenmiş ve UEFA kupasını kazanmıştı.
***
Aynı gece Cannes’da da “66’ncı Cannes Film Festivali” vardı, pek göz alıcıydı. Hindistan’daki festivallere, “göz boyama” diyorlardı.
***
Bizim atasözleri de yavaş yavaş eriyip kaybolmaya başlamıştı. Keşke bir çoğu bir karikatürle somutlaştırılsaydı.
“Arabası kırılana yol gösteren çok olur” nasıl çizilirdi, “Kaç sevaptan girme günaha” nasıl çizilirdi”, “Körle yatan şaşı kalkar” nasıl çizilirdi?
***
Yine geçtiğimiz Çarşamba Diyarbakır’ı da, kentten çıkış yollarını da sular seller basmıştı.
Resmi konvoylar bile yola devam edememiş, geri dönmüştü.
Ve de yolda çamurlara batmışlardı.
***
Hafta başında İstanbul’da da, bir yığın at ve eşek kasaphanesi basılmıştı.
Kafadan kontağın biri de, kaldırımda durmuş nutuk söylüyordu:
- Bu vatan bizim; yollarıyla, denizleriyle, ormanlarıyla, dağları tepeleriyle, inekleri, öküzleri, mandaları, develeri, katırları, koyunları, kuzuları, atları, eşekleriyle bizim...
Vatanını sevenler, o vatanın sade kuzusunu, danasını değil; eşeğini de yerler, katırını da yerler.
***
ABD Başkanı Barack Obama da, güncel gündemde flaş haberdi.
İstanbul’la ilk diplomatik ilişkiyi de 1779’da Washington başlatmıştı.
Neyle, kaç günde gelmişlerdi buralara bilinmiyor.
Şimdiyse, jet hızıyla 6-7 saatte gidilebiliyor. Havayolları’nda grev olsa da gidiliyor, olma da da gidiliyor.
Arz küresi, çok küçüldü.
***
Bekri Mustafa’ya:
- Bekri, Arap Baharı hakkında ne düşünüyorsun, diye soruldu.
Bekri de yanıt verdi:
- Bok yemenin Arapçası...