Çetin Altan

Çetin Altan

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

On dokuzuncu yüzyılın başından bu yana Türkiye, “İnsan Hakları” açısından dünyanın gözünde hep sınav kapısındadır.
Bunun nedenlerini soğan soyar gibi kabuk kabuk soymaya kalkarsanız, cücüğünde Yunanlıların 1821’deki Mora başkaldırısına karşı girişilen II. Mahmut şiddetini bulursunuz.
“Başkaldırı ancak şiddetle bastırılır” inancı sade Yunanistan’ı değil, dünyayı da kaybettirdi bize o tarihte.
Lord Byron, Londra’dan koptuğu gibi bizzat dövüşe katılmaya gitti Yunan milliyetçilerinin arasına ve orada tifüsten öldü.
Victor Hugo, dövüşe bizzat katılmadı ama o ünlü “mavi gözlü Yunan çocuğu” şiirini yazdı.
II. Mahmut’un bir haftalık vezir-i azamı Benderli Ali Paşa, Yunanistan’daki şiddeti aşırı bulduğu için, Yunan casusu suçlamasıyla idam edildi. Ve idam edilmiş son vezir-i azam olarak geçti tarihe.
***
Şiddetin bir yönetim biçimi olarak benimsenmesi ve her sorunun şiddetle çözülebileceğine inanılması çok pahalıya mal olmuştur bize.
Bir kez sorunlar çözümleneceğine kangrene dönüşmüştür.
Örneğin Balkan başkaldırılarında uygulanan şiddet, sonunda hem Balkan savaşları yenilgisine yol açmış, hem de neredeyse tüm dünyayı bloklaştırıvermiştir karşımızda.
Üstelik zalimliğimiz üstüne o dönemlerden kalma saplantılar hâlâ her fırsatta incesinden kabasından çıkıp duruyor karşımıza.
***
Biz bu konuda derinliğine özeleştirilerle, yapılmış haksızlıkları sergileyerek, o dönemlerin nasıl sakat bir anlayış yüzünden çuvalladığını bir türlü koyamadık ortaya...
Bunun yerine bizi kınamış olanları Türk düşmanı ilan ettik ve onların da yapmış olduğu zulümlerle savunmaya kalktık kendimizi.
***
Yerli yersiz uygulanmış şiddetlerin savunması daha çok içerde yapılmıştır bizde...
Dışarıya karşı ise kendini düzeltme vaatleri verilmiştir, hala da verilmektedir.
1839 Tanzimat fermanı, aynı zamanda kendi kendini düzeltip hukuk ilkelerine bağlı kalma belgesiydi.
Lozan’ın da içeriğinde evrensel hukuk ilkelerini uygulama taahhüdü vardır.
***
Bizim siyasal yapılanmamızın, “insan haklarıyla” tam bir uyum içine neden geçemediğini, bir laboratuvar titizliğiyle tülbentlerden süze süze analiz etmek gerekir...
Bunda toplumsal bir hukuk bilincinin henüz tam billurlaşmamış olması elbette baş nedendir.
Yüzyıllar boyu şiddetin tek çözüm olduğuna inanmıştır buradaki insanlar.
***
Yargı örgütüyle güvenlik örgütlerine, en az savunmaya yapılan yatırımlar kadar yatırım yapmak gerekirdi.
Toplumsal disiplini az bir harcamayla sağlama kolaycılığından kaynaklanır şiddet yöntemleri biraz da...
***
Bir de ruhsal bir çarpıklık olan sadizmin toplumsal boyutlarına bir göz atma zorunluluğu var...
***
Hukukun temel amacı suçluyu cezalandırmak değildir. Hukukun temel amacı hakkı savunmaktır. Bunun mekanik bir ayrıntısıdır suçluyu cezalandırmak.
Cezalandırma prosesinde, hukuk ilkelerinin dışına çıkılıp haksız yapıldığında, devletin hukuksallığı anlamını yitirmiş olur.