Defne Samyeli

Defne Samyeli

Tüm Yazıları

Dört parmaklı işaret her yerde.. Sosyal medya profillerinden tutun da araba camlarına kadar. Peki Rabia işareti neden bu kadar benimsendi? Ömrünü dünya nimetlerinden uzak geçiren bir kadın evliyanın sembolize ettiği değerler yükselişte miydi? ‘Az’la yetinmeye sosyal bir yöneliş söz konusu olabilir miydi? Bu, Anti-kapitalist İslam teriminin her geçen gün daha çok duyulur olmasıyla örtüşen bir durum muydu?
Bunu araştırmak istedim. Doğru adres Türkiye’de sosyal siyaseti bilim olarak yerleştiren bir akademisyen ve inançlı bir kişi olarak tanınan Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş’tan başkası değildi.
Kendisini yakından tanıyanların ‘Hem evini hem de gönlünü insan ayırt etmeksizin açan bir baba, bir vefa abidesi’ olarak anlattığı Nevzat Hoca’nın Çatalca’daki evinde ikramlardan hitaplara kadar nezaketle ağırlandık, sorularımıza istediğimiz cevapları aldık.
Kadın evliya Rabia’yı bize anlatır mısınız?
- Rabia, Arapça’da ‘dört’ demek. Üç kız kardeşten sonra dördüncü olarak Rabia doğuyor. Doğumu tam bilinmese de ölümü 750-752 gibi. Üzerinde kadın evliya olması sebebiyle çok çalışma yapılmış. Bu kadın üç önemli vasfından dolayı evliya mertebesine ermiş. Bir kere, imanı kamil. İkincisi sabrı. Bütün hayatı, sabrın artık zirvesi. Bu arada işkence de görmüştür.
İslamda paylaşımcılık esas ama alabildiğine bir zenginleşme ve adaletsiz gelir dağılımı gerçeği var. Zenginlik İslam anlayışında nerede duruyor?
- İslam’da mal ve mülk edinme bizatihi kendisi hedef değildir. Peygamber, ‘Veren el, alan elden hayırlıdır’ demiştir. Bu mal ve zenginlik şahsın kendi nefsi heveslerini, arzularını tatmin etmek için istenmez. Dağıtmak için istenir. İslam’ın 5 esasından 2’si servetle ilgili. Hac ve zekat, servet sahibiyseniz, İslam’a göre servet sahibiyseniz, sizin malınızın servetinizin 40’ta biri fakire aittir. Servet, Allah’ın emirlerini yerine getirmek, dağıtmak içindir.
Arap sosyalizmi çerçevesinde Baas yaklaşımının boşalttığı yeri, anti-kapitalist İslam mı alıyor son zamanlarda?
- Bu tabirler çok sonra ortaya çıkmıştır. Daha önce İslam sosyalizmi, İslam kapitalizmi böyle şeyler yoktu. Marksizm’den esinlenen bazı yazarlar düşünürler ortaya attılar. İslam, kapitalizmle veya sosyalizmle anlatılacak bir şey değildir,. Sosyal adaletin neticesi olan sosyal denge ve sosyal barış. Bunlar İslam’ın değerleridir. Peki bunu Arap dünyasında literatüre ilk sokan kim oldu? Bir Hristiyan oldu. Michel Eflak. Baas Partisi. Yani bakın bir kere Müslüman değil, Ortodoks, Rum. Bu zaat Baas Partisi’nde fikriyatını yaptı. Arap sosyalizmi ifadesinin sebebi şudur. Marksizm Rusya’dan başlayarak Ateist bir tabana oturdu. Arap dünyasında ise İslam kültürü var. Bir kere İslam’da mülkiyet vardır. Sosyalizm bu anlamda kısıtlayıcıdır. Ayrıca İslam’da miras var. İki, serbest teşebbüs var. Yalnız İslam’da servetin helal yollarla olması gerekir. Meşru olmalı. Bu, Müslüman esnafın İslam ahlakına dayanarak kurduğu Ahi teşkilatından gelir.

ŞEYTAN ÜÇGENİ
Ahi teşkilatı anlayışının günümüzde yaşatıldığını, her zenginin bunu meşru yollarla yaptığını söylemek mümkün mü?
- Zenginleştiği zaman adam, şeytan üçgenine, ihtikarcı işadamı devlet memuru ve politikacı üçlüsüne düşüyor. Haram-helal tanımıyor. Siyasi imkan buluyor. O siyasi şey nüfuzdur. Ve birçok aniden zenginleşen insan oluyor. Peki bunların hepsi meşru mu? Meşru olmayanlar da var. Derenin taşıyla derenin kuşunu vuranlar var. Devletin parasıyla iş yapma imkanı bulan. Hiçbir kanunda buna gayrimeşrudur denmiyor. Ha bunun İslam’da yeri şu. Ahlaki alanda denir ki, ‘şeriata uygun ama dine uygun değil’. Derlerdi ki hocalarımız, hukuka uygun olan her şey ahlaki olmayabilir.
Hz. Muhammed’in “Biz yoklukta birdik, varlıkta anlaşamadık” şeklinde bir hadisi olduğu söylenir. İslam dünyasının bugünkü durumuna baktığımız zaman, petrol-doğalgaz gelirleri oraları değiştirdi mi?
- Bu konuda ayağı yere basan iki yorumdan bahsedebiliriz. Birincisi, Fransızların bir sözü vardır, “İktidar bozar”. Güç bozar. Zenginlik dejenere eder. Fazla zenginlik fazla dejenere eder. Bizde de öyledir. Adam fakirken iyidir hoştur. Ama birdenbire zengin olursa işi artık ahlaki ve toplumun normlarının ötesinde bir hayata dönüştürür. O zenginlik, o para o adamı bozar. Bu sosyolojik bir olaydır. Hatta iktidar bozar, derler. Adamın iktidarı büyüdükçe zalimleşir. Etrafı küçük görmeye başlar. Bürokrasi de öyledir. Demek ki servet yaramıyor bazılarına. Bu genel bir kaide. Özelde ise, Araplar... Petrol çıktı; bu adamlar bütün Londra, Côte d’Azur, kumarhanelere yayıldılar. Özellikle Prens aileleri. Hatta daha garip bir şey söyleyeyim. Bazıları biz Cidde’de, Medine’deyken Ramazan’da kaybolurlardı. Cidde’de Medine’de. Şeye gidiyor Avrupa’ya.
Yabancı memlekette misafir sayılıyorsunuz ya, seferi, oruçtan kaçıyorlar.

SOSYAL ADALET
Hem zenginleştiren hem adil paylaştıran bir siyasi sistem olabilir mi?
- Mümkündür. Kolay değildir ama modern çağlarda sosyal, siyasal aletleri kullanarak, alt gelir gruplarını koruyarak yapılabilir. Hem sosyal adalet, hem de sosyal denge sağlayarak. Sınıflar arasında sosyal dengeyi sağlayabilirsiniz ama bölgeler arasında sağlayamazsınız.
Ak Parti bunu ne kadar başarıyor?
- İki yönde çok net ben ilerleme görüyorum. Sosyal siyasetin uygulaması, sosyal refahın sağlanıp sonra da sosyal barışın olması. İşçiler grev yapmıyor mesela. Eski tür sendikacılık geride kaldı. Çünkü Türkiye’de fert başına düşen milli gelir arttı. İftiharla söylüyorum, biz planlamaya asgari ücret prensibini getirdik. Asgari ücret nasıl tespit edilir, onun prensibi. Ondan sonra sosyal güvenliği genişlettik. Sonra sağlık hizmetleri. Talebelerimle iftihar ediyorum. Abdullah’la da ediyorum, diğerleriyle de ediyorum. Çünkü ilk çalışmayı göstergelerle, somut, ölçülebilir büyüklükle düşünmeyi fark ettiler. Projeye yönelik istihdam. Bunu aldılar, gördüler. Eksikleri yok mu var. İçlerinden tamamen teorik söylemlerden gelen, dinsel altyapıdan gelen, tüccar olanlar da var. Belki bunlar diğerleri kadar göremiyor. Muhafazakar ekol, birçok yanlışa rağmen ekonomik seviyeyi iyi tuttu. En genci Ali Babacan. Esnaf çocuğu. Serbest sektörlerden gelmişler, esnaftan gelmişler. Halkın ihtiyaçlarını biliyorlar. Kriz de dolayısıyla bize vurmadı. Bazıları inkar ediyorlar. Kemal Derviş geldi mesela, onun yaptığı güzel şeyleri öğrendiler. Adamın adını bile zikretmiyorlar. Güzel şeyler yaptı. Bu formasyonda yanlış yaptıkları da oluyor.
Arap dünyasını yönetenler Başbakan Erdoğan’ın hamlelerine mesafeliler ama Arap halkları destek veriyorlar. Türk Dış siyasetini nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Bu konuda prensipte 1-2 yanlış yapıldı. Ama önemli o yanlışlıklar. Birincisi ‘one minute’ olayı. Ben anlayamadım bunun sebebini. Son derece hissi ve fevri bir olay. Belki birtakım danışmanlar desteklemiş ve Başbakan’a öyle tavsiyede bulunmuşlardır. Mesela ‘Ortadoğu’daki siyasetiniz iyi değil, de ki savaşa, gerginliğe sebebiyet veriyorsunuz. Halbuki bu gerginlik olmasa siz de daha iyi adımlar atabilirsiniz’ denilebilirdi. Biz Ortadoğu’da aracıydık biliyorsunuz. Tamamen hissi tepkiden böyle bir olay yaşandı. Bunu yaparken de İsrail’in görünmeyen gücünün ne olduğunu hafife aldık. Amerika’ya her gidişimizde İsrail lobisi bize öncü olurdu. Ermeni meselesine karşı bize daima siper olan onlardı. Hissi şeyler siyasette dönüyor. Siyonizm’in ne olduğunu da bilmiyor bizim arkadaşlar. Nasıl ki Komünizm’le Batı mücadele etti soğukkanlılıkla; bizim arkadaşlar da böyle yapmalıydı.

İSRAİL’İN TUTUMU
‘One minute’ hiç bir şey kazandırmadı mı?
- Kamuoyunu kazandırdı. Araplar Türk bayrağını camilerine astı. Ama ben Amerika ile ilişkiler bakımından yanlış buluyorum. Çünkü İsrail ile olan ilişkiler aynı zamanda Amerika ile olan ilişkiler demek. İkinci hata ise Mavi Marmara gemisi. Burada hükümetin ihmali var. O zamanlar bunları açıkça söylemiyordum ama artık söylüyorum, bunları söylemek mecburiyetindeyiz.
Mavi Marmara gemisi Sarayburnu’na demir attı biliyorsunuz. O zavallı Müslümanlar aylarca yardım malzemesi taşıdılar. Gemi öyle orada durdu, belli ki hareket edecek. Peki kardeşim sen hükümetsin. Hadi Başbakan meşgul. Sen Dışişleri Bakanı’sın, ya da her kimse. Bu vatandaşları korumaya mecbursun. Sen, saldım çayıra mevlam kayıra bana ne gidiyorlar, diyemezsin. İkinci hata budur. Ne yaparsın? Bu adamlara konuşur, ne yapacaksınız nereye gideceksiniz arkadaşlar dersin. İki, İsrail’in tutumu, ne kadar radikal, militanca işler yapacağı belli. Temas edersin. ‘Bizde böyle bir gemi kalkıyor. İçine bazı yabancılar da geldi. Sizin tutumunuz ne olacak’ diye sorarsın. Bir ilişki kurarsın.
Türkiye, sonunda İsrail’in özrü ile istediğini aldı’ gibi yansıtılan bir ikili ilişkiler fotoğrafı var ama.
- Perde arkasını yazdılar mı? Bu son özür meselesini kısmen anlatayım. Benim soyadım Yalçıntaş. Taş yapıyor. Alman Hastanesi’ndeyim. Gene böbrek Allah’a şükür atmış taşı. Efendim bir haber geldi ki İsrail’den bir heyet sizinle görüşmek istiyor. Allah Allah... Kim bu heyet? Dediler bu heyet, politikacı var, gazeteci var. Ve Tel Aviv’den bir Başhaham. Dedim gelsinler. Hastane odamdayım, kolumda serum takılı. Geldiler bunlar. Dediler ki, ‘Biz Türkiye ile İsrail’in arasının bozulmasını istemiyoruz. Uzlaşmak istiyoruz. ‘Peki’ dedim. ‘Benden ne istiyorsunuz?’ ‘Biz temas etmek istiyoruz, bir. İkincisi, olumlu bir çalışma yapmak istiyoruz. Türkiye’nin gücenmesini istemiyoruz. Türkiye’yle dostuz, menfaatlerimiz ortak.’ Yalnız görüşmede bizden birisi de var. Büyük ihtimalle Milli İstihbarat’tan. Bunu kendisi söyledi.

HAHAMBAŞINDAN DUA
Milli İstihbarat’a mensup Türk, İsrail ekibiyle mi geldi?
- Hayır. İstanbul’da bir Türk memuru. Ben de istiyorum resmi bir adam böyle heyetler geldiğinde bulunsun. Velhasıl, hahambaşı bana ‘Size Tevrat’tan bir dua okumak istiyorum, bir an evvel iyileşmeniz için. Yapabilir miyim?’dedi. ‘Yapabilirsiniz, Tevrat mukaddes bir kitap’ dedim. Neyse, doğrulmamı istedi ve bana sarıldı. Böyle bir güzel dua okudu. Adam uluslararası bir adam. İsrail Komitesi ile Moskova, Washington’u gezmiş. O tip bir haham bu.
Alelade birisi değil.
- Değil. Sonra benimle ilişkileri olacağı belli, benim ölmemi istemiyor. Neyse tam çıkarken dediler ki ‘Tel Aviv’deki Türk-Yahudi kolonisinin başkanının sizinle görüşmesini istiyoruz’. Telefonda benden randevu istedi. İyileşince gel dedim. Aradan 10 gün geçmedi, evime geldi. Adı Momo (Uzsinay). Özür meselesinde işler nerede başlıyor. İş, aranın düzeltilmesi. Türkiye’nin isteklerinin karşılanması konuşuldu.
Momo Uzsinay’la mı?
- Tel Aviv’deki 150 bin Türk yahudinin seçilmiş başkanı olarak geliyor. Adam mükemmel bir Türkçe konuşuyor ve yaptığı işler çok güzel. Türkiye’nin resmi kanaldan söylemeyeceği şeyleri oradaki Büyükelçimiz bu kişiye söylüyor. Bazı meselelerin resmi adamlar tarafından söylenmesi mahsurlu olabilir. Bana ‘Efendim ilişkilerin düzeltilmesi lazım’. Dedim ‘Size yardımcı olacağım. Nasıl bu kadar güzel Türkçe konuşuyorsunuz?’ ‘Hocam şu pencereye gelir misiniz? Ben şu okulda okudum. Feyziati Lisesi. Evimiz de oradaydı. Babamı da tanırsınız. Tanca kunduranın sahibi Kemal Tanca’ dedi. Bu görüşmeyle temaslar başladı.
Siz o zamanlar bu temasları kime iletiyorsunuz?
- Ankara’ya. Benim hükümetteki tanıdığım ilgili kişilere, bakanlara. Yazılı metin filan verdiler. Ama bir türlü metinde anlaşılamıyor. En son görüşmemiz resmi özürden iki ay evvel filan. Bizim üç talebimiz vardı biliyorsunuz, özür istiyorduk. Tazminat istiyorduk. Bir de Gazze’ye insani yardım ulaştırılabilsin. Ben önce metodunu söylemiştim. Üzerinde çalıştığım formül şu: ABD’nin bir tatbikat sırasında yanlışlıkla vurduğu Muavenet zırhlısı için dilediği özür referans olabilirdi.
Dedim ki İsrail ekibine ‘Doğrudan İsrail’deki Amerikan sefaretinden isteyin metni. Vereceklerdir.’ Neticede üzerinde anlaşmaya varmış bir metin. İkisinde de adam kaybı var. Paralellik kurulabilir. ABD’nin kabul ettiği bir özür metnini İsrail’e de kabul ettirmek zor olmayacaktı. Bana teşekkür ettiler. Tabii bir de şunu söyleyeyim, bu ziyaretçilerin listesini ben muntazam bir şekilde valiye veriyordum. Güvenlik için. İkincisi de Nevzat Hoca ne yapıyor, bilinsin diye.

Haberin Devamı

Fazla zenginlik dejenere eder

Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş, Çatalca’daki evinde misafir ettiği Defne Samyeli’nin sorularını yanıtladı.

Haberin Devamı

‘Anti-Amerikan olmayız’
Yalçıntaş, “Bizim politikamızda değişmemesi gereken, Batı’yla müşterek giden ilişkilerimiz. Bugünlere gelelim. Biz seçime gireceğiz. 2002 seçimleri. Amerikan sefaretindeki ikinci kişi bir kadın. Müsteşar. Bizi bir yemeğe davet etti. Biz varız, Ak Parti ekibi olarak. CHP var, MHP var. Kadın yemekte dedi ki; ‘Siz seçime giriyorsunuz. Başka ülkelerde seçim kampanyalarında çokça anti-amerikanizm kullanılır. Siz de bunu yapacak mısınız?’ Bana baktılar. Ben şunu anlattım: ‘Bunu kafanızdan çıkarın. Biz katiyen anti-amerikan olmayız. Batı’yla problemimiz olmamalıdır, hele Amerika’yla hiç olmamalıdır. Biz sizden kötülük görmedik’. Kadın bir oh dedi. Ben geniş bir konuşma yapınca diğerleri de bize uydular. Ve o seçimlerde hiçbir parti Amerika düşmanlığı filan yapmadı” diye konuştu.

Haberin Devamı

YARIN
Ekmeleddin İhsanoğlu’nun seçiminin perde arkası, Batı’nın İslam ülkeleri ve Ortadoğu’yla ile ilgili toplum mühendisliği projeleri...