Son aylarda herkesin dilinde bir “istikrarsızlık” sözcüğü... Bunda küresel dalgalanmaların etkisi olduğu gibi içeride de önemli gelişmelerin olduğu bir gerçek...
Oysa Türkiye 22 Temmuz’da, yani sekiz ay önce genel seçime gitmiş ve önümüzdeki dört yılı yönetecek hükümetini seçmişti.
Peki...
Seçim sonraları hızlanan ekonomi politikaları, sosyal projeler yeterince yapılabildi mi?
Hayır...
Aksine AKP, ilk dönemde attığı olumlu adımları bir kenara bırakarak ve özellikle Avrupa Birliği sürecinden uzaklaşarak bambaşka bir görüntü sergilemeye başladı.
Toplumun geneliyle uzlaşmadan çoğunluğuna güvenerek türban yasasını çıkardı.
Kadrolaşma olanca hızıyla devam etti.
Üniversitelerle başlayan gerginlik giderek farklı kurumlara sıçradı.
TÜSİAD, TOBB ve sendikalar, gündemin birinci maddesinin ekonomi olması gerektiğini defalarca dile getirerek, hükümeti uyardı.
Ama geri dönüşler ne yazık ki olumlu olmadı.
Ekonomik isteklere siyasi cevaplar alındı.
AKP’nin iktidara geldiği dönemde dünya ekonomisinde olumlu bir konjonktür vardı. Likidite bolluğunun en fazla olduğu bir dönemde Türkiye için de Avrupa Birliği çıpası, IMF çıpası işleri kolaylaştırıyordu.
Bugün fotoğrafın bütününe baktığımızda bu üç çıpanın da olmadığını görüyoruz.
Referans Gazetesi’nde Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı’nın şu yorumu, aslında 2000’li yılların Türkiye’sini çok güzel özetliyor.
“Türkiye, 2001 krizini izleyen çok başarılı bir istikrar ve reform programı uygulamasının ardından, sağlıklı bir büyüme modeline geçmek konusunda zorlanıyor. Bu nedenle programın 2005 sonrası dönemde tıkanmaya başladığı ve büyümenin beklentilerin altına düştüğü görülüyor. Öncelikle, sektörel tercihlerin ve teşviklerin net bir biçimde belirtildiği bir sanayi politikamız yok. Aşırı değerli kurlarla ihracat ağırlıklı bir sanayileşme modelini uygulamak mümkün değil. İç talep artışı ise yeterince güçlü değil. Büyüme modelimizdeki tıkanmaya bir de küresel koşullardaki bozulma eklenince artan sıkıntılar, konuyu hükümet için de antipatik hale getiriyor. AK Parti Hükümeti’nin birinci döneminde fazla gündeme getirmediği bazı siyasi hedefleri 2007’deki ikinci büyük seçim başarısından sonra gündeme taşıması da siyasi gerilimlerin ön plana çıkmasına ve maalesef ekonomik sorunları gölgelemesine yol açıyor...”
Siyaseti gündemden bir an önce çıkarmak zorundayız.
Bunu da yapacak olan ne CHP, ne de MHP’dir.
Son söz...
Krizi çıkaran, krizi çözer...
CHP’yi yazınca
İki gün üst üste Cumhuriyet Halk Partisi’ni yazınca mail kutum doldu taştı.
Kimisi Genel Başkan Deniz Baykal’ı suçluyor, kimisi partiden açılım bekliyor.
“Baykal olduğu sürece oyumu vermem” diyenler mi ararsınız.
“Baykal onursal başkan olsun, artık yerine genç bir lidere bıraksın” diyenler mi?
Yol alınması isteniyorsa gerçekleri de dikkate alarak strateji geliştirmekte fayda görüyorum.
Bu kurultayda Baykal’ın alternatifi, daha doğrusu rakibi var mı?
Yok...
Bir sürpriz bekleniyor mu?
Hayır...
Peki Baykal, bazı gerçeklerin farkında değil mi?
Baykal’ın, kurultay sonrası farklı bir tavır ve çizgide olacağını düşünüyorum.
Önümüzde yerel seçimler var ve her parti için olduğu gibi, CHP’nin de bu şansı kendi lehine kullanmak isteyeceğini düşünüyorum. O yüzden CHP’de kutuplaşmanın değil, ortak aklın öne çıkması gerektiğini düşünüyorum.
Bu sözlerim elbette Demokrat Parti için de geçerli...
Özay Şendir
Netanyahu için sonun başlangıcı…
18 Mayıs 2025
Abbas Güçlü
Eğitim vezir de eder rezil de!..
18 Mayıs 2025
Zeynep Aktaş
Toparlanmanın devamı gelir mi?
18 Mayıs 2025
Ali Eyüboğlu
Hande Subaşı: Modellikten geliyorum, ama modayı hiç takip etmiyorum
18 Mayıs 2025
Güldener Sonumut
Yunanistan’ı anlamama sendromu
18 Mayıs 2025