Ahmet Piriştina, Grand Plaza Oteli’ni İzmir Ekonomi Üniversitesi için verirken de büyük tartışmalar yaşandı.
Yıllarca boş kalan, “satılsın mı yoksa kiraya mı verilsin” konuşmaları yapılırken; İzmir Ticaret Odası’nın üniversite projesi çıkınca Piriştina hiç düşünmeden oteli kiralayarak İzmir Ekonomi Üniversitesi’nin kurulmasında çok önemli bir engelin aşılmasını sağlamıştı.
Bütün planlar gelecek eğitim yılına göre yapılırken, bu sefer o dönemin Balçova Belediyesi Meclis üyeleri şikayette bulunmuş, tadilat projesi olmadığı gerekçesiyle inşaatın tehlikeli olduğunu iddia etmişlerdi.
Ama onlar da aşıldı.
İzinler alındı, projeler onaylandı, ilk eğitim yılında üniversite kapılarını açtı.
Kendi arşivime girip baktım.
İzmir’de konuşulanları bir kez daha hatırladım. Ahmet Piriştina’nın siyaha boyadığım şu sözlerini bir kez daha okudum.
“Eğitime katkıda bulunacak binanın imar planlarında bir eksiklik varsa giderilecek ve üniversite yoluna devam edecektir. Bu konuda kimsenin şüphesi olmasın. Koç Üniversitesi’nden sonra en çok tercih edilen üniversite olan İzmir Ekonomi Üniversitesi’ni mutlaka kuracağız...”
Ben ilk günden bu yana üniversitenin başarılı olacağına hep inandım.
Çünkü İzmir’de önemli bir açık vardı ve kentin kimliğine çok oturan eğitim sektörünün hızlı bir gelişim göstereceğinden emindim.
On binlerce aile çocuklarının yanında okumasını isterken, Türkiye’nin değişik coğrafyalarından gelen öğrenciler de İzmir gibi bir kentte öğrenci olmanın keyfini yaşayacaklardı.
Eğitim sektöründe bir kurumun kabul görmesi ve kendini kanıtlayabilmesi için on beş, yirmi yıllara ihtiyaç var.
Bilkent’in kuruluşuyla bugünü arasında çok büyük farklar bulunuyor.
Bilkent modeli sadece Türkiye’de değil, dünyanın birçok ülkesinde örnek alınan kurumlar arasına girmeyi başardı.
Ben aynı yol haritasını İzmir Ekonomi Üniversitesi için de görüyorum.
Üniversite bu yıl yedinci yaşını kutluyor.
Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in verdiği ilk dersi, Ticaret Odası Başkanı Ekrem Demirtaş’ın heyecanını unutmam mümkün değil.
Ben Piriştina’nın gerçekten isabetli ve yerinde bir karar verdiğini düşünüyorum.
Yer arayışında olan üniversitenin gecikmeden kurulmasına ön ayak olmuş oldu.
Yedi yılda ulaşılan öğrenci sayısı 5 bin 500...
Rektör Atilla Sezgin’e göre üniversitenin kente olan katkısı 250 milyon dolardan fazla...
Ben bu rakamın çok çok üzerine çıkılabileceğini düşünüyorum.
Ancak üniversitenin fiziki şartlardan dolayı da sıkışıp kaldığını görüyorum.
Tartışılan eğitim olunca konu bütün şehrin oluyor.
Üniversite yönetimi istediklerini henüz yapamamış olabilir.
Ama önemli olan hayaller değil midir?
Kabul edelim.
İzmir Ekonomi Üniversitesi bir başarı öyküsü yaratmıştır.
Üniversitenin geleceği için mutlaka ortak bir akıl yaratılması zorunlu hale gelmiştir. Bir İzmirli olarak sağlık ve eğitimde kentin daha büyük projelere ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
Türkiye nasıl düzelir?
Türkiye’nin düzelebilmesi için üç büyük sorun konusunda önemli ilerlemeler sağlanmalı kanımca. Bu sorunlarsa eğitim, eğitim ve yine eğitim. Bunun sağlanabilmesi için de öncelikle Hasan Ali Yücel gibi iyi eğitimli, dürüst, çalışkan, özverili, idealist ve tüm halkın özellikle de kırsal kesimde yaşayanların çıkarlarını gözeten birinci sınıf insanların göreve gelmesi gerekiyor. Aliağa Atatürkçü Düşünce Derneği’nin konuğu olarak Köy Enstitüleri’nin açılış yıldönümü olan 17 Nisan’da yaptığım “Atatürk ve eğitim” konulu sunuda yer alan Atatürk’ün eğitimle ilgili görüşlerinden birkaçı şöyle:
“Yeryüzünde üç yüz milyonu geçen Müslüman var. Bunlar ana, baba, hoca eğitimiyle, terbiye ve ahlâk almaktadırlar. Milyonlarca insan kütleleri şunun veya bunun esaret ve horgörü zincirleri altındadır. Aldıkları eğitim ve ahlak, onlara bu esaret zincirlerini kırabilecek insanlık niteliklerini verememiştir, veremiyor.”
“Eğitim ve öğretimde birlik olmadıkça aynı düşüncede, aynı zihniyette bireylerden oluşmuş bir millet yapmaya olanak aramak boş şeylerle uğraşmak olmaz mıydı?”
“Aydınları halk seviyesine indirmekten çok, halkı eğiterek bilgili kılmak, bütün halkı eğitimde aydın olarak yetiştirmek gerekir.”
* * *
Ve bir öykü...
Bir pazar günü üç afacan çocuğu olan ailenin reisi, kafasını dinlemek ister; gazetelerini alır, köşesine çekilir. Ancak, çocuklar güzel havanın da etkisiyle, “Babacığım lütfen dışarı çıkalım, uçurtma uçuralım, top oynayalım” diye babalarını rahat bırakmazlar. “Hiç olmazsa” der genç baba, “Bir, iki saat sussalar da şu pazar keyfimi yapsam.”
O anda yerde durmakta olan gazetelerden biri gözüne çarpar.
Tam sayfa bir Türkiye haritası. Haritayı alır, küçük küçük parçalara ayırır ve yandaki odaya, halının üstüne dağıtır.
“Evet çocuklar, size yapboz gibi bir oyun. Bu parçaları birleştirip, Türkiye haritasını yeniden tamamlayın, hemen dışarı çıkarız” der. Nasılsa, bu iş birkaç saat sürer diye koltuğuna oturan baba, 1015 dakika sonra çocukları karşısında görünce şaşırır. Üstelik harita da tamamlanmıştır. Sorar baba; “Çocuklar Türkiye’yi nasıl düzelttiniz?” diye. Çocuklar hep bir ağızdan cevaplarlar; “Babacığım, biz Türkiye ile ilgilenmedik, haritanın arkasında bir insan resmi vardı, bu insanı düzelttik, Türkiye düzeldi...” (Prof. Dr. Ülgen Zeki Ok’un kaleminden, ulgenok@ulgenok.net)
Özay Şendir
Netanyahu için sonun başlangıcı…
18 Mayıs 2025
Abbas Güçlü
Eğitim vezir de eder rezil de!..
18 Mayıs 2025
Zeynep Aktaş
Toparlanmanın devamı gelir mi?
18 Mayıs 2025
Ali Eyüboğlu
Hande Subaşı: Modellikten geliyorum, ama modayı hiç takip etmiyorum
18 Mayıs 2025
Güldener Sonumut
Yunanistan’ı anlamama sendromu
18 Mayıs 2025