“AKP’ye kapatma davası açıldığı için EXPO kaybedildi” yorumlarını yapanlar sadece siyasetçiler...
Zaten siyasetçiler yüzünden bu yarışı kaybettik.
O yüzden bu sözleri ben hedef şaşırtma olarak görüyorum.
Le Palais des Congres de Paris’te olanlar hiç de böyle bir havanın olmadığını çok iyi biliyorlar.
Yani kimsenin AKP’yle ilgili ne kapatma davasından haberi vardı ne de Türkiye’deki siyasi tablodan...
El Salvador’dan, Ekvator Ginesi’den, Eritre’den, Fiji’den, Gana’dan, Guatemala’dan, Guine Bissau’dan gelen delegelerin ne Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’dan ne de AKP’nin bu davayı geçebilmek için bir mini paket hazırlığı içinde olduğundan haberi vardı.
Onların bütün derdi...
Beş yılda bir ayaklarına gelen kısmeti açlık, sefalet ve yokluklar içinde kıvranan ülkelerinin lehine çevirmekti.
Kaldı ki, İtalya’nın durumu da en az bizim kadar kötüydü.
Siyasi istikrarsız İtalyanlar için artık olağan bir olay haline gelmiştir.
Birkaç ay öncesinde istifasını veren Başbakan Romano Prodi’yi vazgeçirmek için İtalya Cumhurbaşkanı Giorgio Napolitano epeyce ter dökmüştü. Prodi yaşanan gelişmeler üzerine anayasa değiştirme kozunu ortaya koymuş, koalisyon ortaklarıyla da arası bozulmuştu.
Rakibi Merkez Sağ Forza İtalya Partisi lideri Silvio Berlusconi, EXPO’yu almalarına rağmen, “Milano’nun zaferi hükümetin başarısı değildir” diyerek İtalyanlar’a göre ulusal başarıda bile anlaşamamışlardı.
Bütün bunların yanında Milano Belediye Başkanı Letizia Moratti, EXPO’yu siyasi geleceği için önemli bir aşama olarak görmüş, sonraki hedefinin başbakanlık olduğunu söylemesine rağmen bile proje konusunda hükümetten tam destek görmüştü.
Kısacası...
“AKP’ye dava açıldı, o yüzden kaybettik” diyenleri biraz insafa davet ediyorum.
İtalya’nın Ankara Büyükelçisi Carlo Marsili bakın ne diyor:
“Benim geldiğim ülkede siyasi istikrarsızlık bir gelenektir. Ülkeler oy verirken birçok etkeni dikkate alırlar ancak genel olarak siyasi durum etki etmez...”
Corriere Della Sera’nın haberi ise işi özetliyor:
“Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün delegelerle oylama öncesi bir araya gelecek olmasını öğrenen İtalyan Başbakan Romano Prodi araya girdi ve Afrika ülkelerini İtalya’nın yanında yer almaya ikna etti. Orta Afrika-İtalya Ticaret Odaları Birliği Başkanı Alfredo Carmine, ‘Kongo, Gabon, Uganda gibi 12 ülke hep birlikte Milano lehinde oy kullandı. Hepsini ben ayarladım. Onlara yatırım ve proje geliştirme sözü verdik’ dedi ve Milano’nun seçimi garanti etmesi sağlandı...”
Eğer hükümet doğru stratejiyi uygulayabilseydi, Başbakan oylama günü Paris’te olsaydı, uluslararası yarışlardaki lobi taktikleri tam anlamıyla gerçekleştirilebilseydi...
İnanın biz bu yarışı kazanırdık.
Yazık oldu, yazık...
Andre Weil Kuralı
Birinci sınıf bir dostumdan aldığım e-postadaki “Andre Weil Kuralı”nın ikinci ve son tümcesiydi bu. İlki ise, “Birinci sınıf insanlar, birinci sınıf insanları yanlarına alırlar” şeklindeydi. Biraz düşündüğümde Türkiye’de yaşanan birçok sorunun temelinde Andre Weil kuralı sonucu gerçekleşen negatif seçimin (seleksiyon) yattığını fark ettim.
Yanlarında dürüst, idealist ve çalışkan birinci sınıf insanların bulunmasından mutluluk duyan birinci sınıf insanlar; yetki aldıklarında, oluşturdukları sinerji ile çok güzel tablolar yaratabilirler. Ancak bir süre sonra etik olmayan yolları da kullanarak yerlerine geçen, ancak çöpten adam çizmeyi bile beceremeyen ikinci sınıf insanlar, ilk iş olarak liyakatli birinci sınıf insanları bir tarafa itip, bir arada bulunduklarında kendilerini eksik hissetmeyecekleri, sadık, işbirlikçi üçüncü sınıf insanları toplarlar etraflarına; minnet borçlarını da ödemiş olurlar böylece. Devraldıkları güzelim tabloyu karalamaya çalışırken, başarısızlıklarına kılıf ararlar boş yere. Birinci sınıf insan yoğunluğunun çok yüksek olduğu birimlerde yanlarına almak zorunda kaldıkları birinci sınıf insanları ise hiçbir zaman fazla yaklaştırmazlar yanlarına.
* * *
Diyelim kurumun alt basamaklarında bir görev için üç koşul gerekli; yan yollara saparak bu üç koşuldan hiçbirini taşımayan bir kişiyi seçerken, üç koşulun üstüne beş koşula daha sahip olan birini “yetersiz” bulmaları için emir erlerini görevlendirirler; araştırırsanız kendilerinin bu koşullardan birini bile karşılayamadığını görebilirsiniz. Bilinçaltındaki yetersizlik duyguları nedeniyle tumturaklı ve boş konuşmayı seven bu insanların yanlarındaki yönetmeyi bilmeyen üçüncü sınıf insanlarsa iki kelimeyi bir araya getiremezler genelde.
Atatürk’ü, yanına aldığı birinci sınıf insanları düşündüm. 70 yıl sonra bile karalanamayan, 1923-1938 arasındaki 15 yılda yaratılmış benzersiz tabloyu... 1946’da Hasan Ali Yücel’in istifasını... Ve şu soruyu sordum kendime... Atatürk yaşasaydı, bugünkü siyasetçilerden hangilerini alırdı yanına?
(Prof. Dr. Ülgen Zeki Ok’un kaleminden, ulgenok@ulgenok.net)
Özay Şendir
Netanyahu için sonun başlangıcı…
18 Mayıs 2025
Abbas Güçlü
Eğitim vezir de eder rezil de!..
18 Mayıs 2025
Zeynep Aktaş
Toparlanmanın devamı gelir mi?
18 Mayıs 2025
Ali Eyüboğlu
Hande Subaşı: Modellikten geliyorum, ama modayı hiç takip etmiyorum
18 Mayıs 2025
Güldener Sonumut
Yunanistan’ı anlamama sendromu
18 Mayıs 2025