Doğan Heper

Doğan Heper

dheper@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       İNSAN Hakları Evrensel Beyannamesi'nin kabul edilişinin 50. yılı kutlanıyor.
       Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 2. maddesinde de belirtilen temel niteliklerden biri "insan haklarına saygılı" olmak.
       Evrensel Beyanname'de, Anayasamızın anlayışına ışık tutan bazı hükümlere göz atalım:
       Herkes, ırk, renk, cins, dil, din, siyasi veya diğer herhangi bir akide, milli veya içtimai menşe, servet, doğuş veya herhangi diğer bir fark gözetilmeksizin işbu beyannamede ilan olunan tekmil haklardan ve bütün hürriyetlerden istifade edebilir.
       Yaşamak, hürriyet ve kişi emniyeti her ferdin hakkıdır.
       Hiç kimse işkenceye, zalimane, gayri insani, haysiyet kırıcı cezalara veya muamelelere tabi tutulamaz.
       Kanun önünde herkes eşittir ve farksız olarak kanunun eşit korunmasından istifade hakkını haizdir.
       * * *
       ADALET Bakanı Hasan Denizkurdu'nun geçen gün sarfettiği bir cümlede kısalığıyla ters orantılı geniş anlamlar vardı:
       "Yargı reformuna 1998'de Meclis'in ilgisi sıfır oldu."
       Adalet devletin temeliyse, hakkın, özgürlüğün, eşitliğin güvencesiyse, bu ülkenin yargı reformu kadar acil neye ihtiyacı olabilir?
       Ama işte Adalet Bakanı'nın sözü; "yargı reformuna Meclis'in ilgisi sıfır."
       * * *
       BELKİ yargı reformu bir başka bahara kaldı, ama Devlet Bakanı Hikmet Sami Türk'ün başkanlığında İnsan Hakları Koordinatör Üst Kurulu adıyla kurulan bir örgüt bir buçuk yıl boyunca 62 toplantı yaparak çalışmalarını sürdürdü. Bu sevindirici, ama somut olarak ne elde edildiği düşündürücü...
       İnsan haklarıyla ilgili olarak üst kurulun özellikle ceza hukukunda ve diğer çeşitli yasalarda yapılmasını istediği değişikliklerin gerçekleşemediğini de biliyoruz.
       Yargı reformu yapılamıyor. Yasal değişiklikler olmuyor.
       Ve bu nedenle de uygulamadaki aksaklıklar, insan hakları ihlalleri sürüyor.
       Örneğin; İnsan Hakları Koordinatör Üst Kurulu kayıp kişilerle ilgili iddiaların daha etkin ve hızlı bir biçimde izlenmesi ve yargılamaların çabuklaştırılması amaçlı kararlar alıyor, ama kayıplar azalmıyor, faili meçhullerin sayısı düşmüyor...
       Ödemiş Cumhuriyet Savcısı'ndan sadece Ödemiş'te son beş yılda faili meçhul cinayet sayısının 31 olduğunu öğreniyoruz. Katiller bulunamıyor...
       * * *
       İNSAN Hakları Bildirgesi'nde; "hiç kimse gayri insani, haysiyet kırıcı muamelelere tabi tutulamaz" denildiği ve biz onu kabulleneli 50 yıl olduğu halde bu maddeye uygun hareket etmediğimiz de belli değil mi?
       Nezarethanede adam intihar edebiliyor.
       Meydanlarda öğretmenler dövülüyor.
       Öğrenciler coplanıyor.
       İfadesi alınmak üzere emniyete götürelenlere neden kelepçe takılıyor?
       Adam daha sonra serbest bırakılacaksa o kelepçeli hali onun için haysiyet kırıcı olmayacak mı?
       Emniyete veya adliyeye götürülenlerden kaçma ihtimali hiç olmayanların, hatta kadınların bile iki koluna birkaç görevlinin girip adeta sürüklercesine taşıması haysiyet kırıcı sayılmaz mı?
       Travestilere yapılanları da TV'lerde görüyoruz.
       Onların topluma yeniden kazandırılmaları, maruz kaldıkları o gayri insani muameleyle mümkün olabilir mi?
       * * *
       BU arada biz özeleştirimizi yaparken yurtdışında, başka ülkelerde yaşayan, çalışan vatandaşlarımıza yapılan kötü muameleleri genellikle unutuyoruz.
       İnsan hakları ihlalleri sınıfına giren, ırkçılık kokan muamelelere karşı Türkiye Cumhuriyeti'nin, İnsan Hakları Üst Kurulu'nun ve Türkiye'de kurulu insan hakları dernek ve kuruluşlarının daha duyarlı ve etkin olması gerekmiyor mu?
       İnsan hakları bir bütündür.
       İhlalin küçüğü büyüğü, yurtiçinde olanı, yurtdışında olanı diye bir ayırım olamaz...
       Bu yolda atılması gerekli olumlu adımları ihmal, Türkiye'yi ihmaldir.
       1999'un insan hakları konusunda gelişmeler, hepiniz için mutluluklar yılı olmasını dilerim.




Yazara E-Posta: d.heper@milliyet.com.tr