Türkiye'de asker - sivil aydın çevrelerin bir bölümü ikiye ayrıldı, birinin ak dediğine diğeri kara diyor.
"Konsensüs", "asgari müştereklerde birleşme" denen şey yok artık. Peki bu 70 milyonluk ülke her konuda farklı yönlere çekilerek nasıl yönetilebilecek?
Irak konusunda böyle, AB'ye uyum konusunda böyle, ABD ile ilişkilerle ilgili olarak böyle. Laiklik konusunda böyle, özgürlükler konusunda böyle, demokrasi konusunda böyle.
Tartışmalara bazı yüksek rütbeli subaylar da karıştı.
Ve bu müdahaleler, her zaman birlik ve bütünlük içinde olduğunu görerek halkın güvendiği Türk Silahlı Kuvvetleri'nde görüş ayrılıkları olduğu izlenimini yarattı.
Görüş ayrılığı normaldir, ama bu görüşlerin kamuoyuna intikali, sağlanan konsensüsten sonra olmalıdır. Son günlerde bunun göz ardı edilmesi hiç de sağlıklı bir durum sayılamaz.
***
BU ani ve olumsuz sayılabilecek gelişmede, zamanında konuşması gerekirken susan Sayın Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök'ün de rolü oldu.
Sonunda, Sayın Özkök "Türk Silahlı Kuvvetleri adına kimin konuşacağı bellidir" deme lüzumunu hissetti ve emekliye ayrılan Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan'ın sözleri için de "daha sonra konuşsaydı daha iyi olurdu" dedi.
Genelkurmay Başkanı Özkök; "TSK içinde Irak konusunda görüş ayrılığı yoktur", deme gereğini de duydu. Ama biliyoruz ki, örneğin Genelkurmay İkinci Başkanı Sayın Orgeneral Büyükanıt'ın görüşü ile şimdi emekliye ayrılan Birinci Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan'ın görüşü birbirine taban tabana zıt. Ve bu zıtlık öyle ortalarda ifade edildi ki halkın kafası karıştı.
***
ÇELİŞKİ pek çok konuda olduğu gibi AB konusunda da var. Emekli Orgeneral Tuncer Kılınç'ın sözleri bunu gösteriyor.
Ve Kılınç Paşa soruna noktayı kendisi koyuyor.
"Ülke yönetimi tek yumruk değil."
Bu gidişle de olamaz.
Oysa, Türkiye'nin çıkarı çatışmada değil uzlaşmada.
Demokratik - laik Cumhuriyet ilkeleri etrafında buluşmada... Kuvvetler ayrılığına ve idari hiyerarşiye uymada...
Biz "vatan neresi" tartışması yaparken, el oğlu Anadolu'ya göz diktiğini ilan ediyor.
Sevr'in 83. yıldönümünde dostumuz (!) İsveç Türkiye'yi parçalama ve bir Kürt devleti kurma gerzekliğine ev sahipliği yapıyor. Ve bunu Ankara'nın AB üyeliği için şart koşuyor.
İsveç'te alkoliklerin bol olduğunu bilirdim de yarım akıllıların bu kadar çok olduğunu bilmezdim.
Hükümeti anlamak güç. 1 Mart'taki tezkere reddedilmeyebilirdi, eğer Başbakan Abdullah Gül gerektiği gibi ağırlığını koysaydı. Oysa Tayyip Erdoğan'ın aksine Gül gönülsüz davrandı.
Geçtiğimiz günlerde "Çıkarlarımız Anadolu'ya hapsedilemez" diyen de aynı Gül'dü.
Başbakan, Dışişleri Bakanı olunca sanki değişmişti. Verdiği yeni mesaj Irak'a asker gönderdikten yana olduğunun ifadesiydi: "Her şeyin dışında kalalım dediğimizde bu ateşin bahçemize de yayılacağını düşünmeliyiz."
Ama önceki günkü sözleri Dışişleri Bakanı Gül'ün yeniden tereddütler içinde olduğunun kanıtı gibiydi.
Dışişleri Bakanı "Irak'ın normalleşmesine katkımız olacağına kanaat getirsek o zaman asker yollanabilir" diyordu.
Tüm bu açık olmayan dalgalı, bulutlu görüş grafiğinin sonunda, Meclis'in olağanüstü toplantıya çağrılma ihtimali olmadığı da olaya noktayı koydu.
Açık konuşalım hükümetin ya Irak'a asker gönderme niyeti yok, yahut, var da Meclis'ten tezkereyi geçiremeyeceğinden korkuyor.
Sonuç olarak; Türkiye en hayati konuda, bile bocalayan, kendi içinde zayıf bir hükümetle çıkarlarını savunmak zorunda.
Savunabilecek mi?
Yıllardır bu ülke soyulmuş, hortumlanmış. Peki, bugün gün yüzüne çıkartılan bu ahlaksızlık, bundan önce neden saptanıp adliyeye intikal ettirilmedi?
Murakıplar var, BDDK var, Merkez Bankası var, bakan var, Bakanlar Kurulu var, başbakan var, savcılar var. Ama hiçbiri yokmuş gibi soygun yıllardır sürdürülüyor.
Nasıl oluyor bu?..
Cevap verilmesi gereken soru işte budur. Gerisi boş laf...
Adalet Bakanı Cemil Çiçek, AKP'li olduktan sonra ön safta görünen politikacılardan oldu.
Banka hortumcularına "süne" benzetmesi onun.
"Öcalan'a kurulan mahkeme hırsızlara da kurulmalı" diyen o.
"Soysuzlara hizmet eden eğitimli veletlerden devlet madalyası alanlar bile olduğunu" açıklayan o.
Bunların hepsi tespit olarak güzel, güzel ama, icranın başında olanlar tespitle yetinebilir mi?
Hesap sorma, hesap sorma için mevzuatı değiştirme kimin görevi?
Adalet Bakanı yalnız şikâyetçi olamaz.