Doğan Heper

Doğan Heper

dheper@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


SİMİTİN FAZİLETİ
Tayyip Erdoğan simitçilik yapmış, Deniz Baykal da simitçi, Abdullah Gül de...
Ve bazı milletvekilleri de.
Levent meydanındaki "simitçi Osman"a artık daha nazik yanaşıp, simit rica ediyorum!..
Ne olur ne olmaz...

Yüz metre gibi koşulan bir maratondan sonra Türkiye biraz sakinleşti sayılabilir. Olaylara daha serinkanlı bir gözle bakılabilir.
AB ile ilişkiler Ecevit hükümeti zamanında, özellikle o hükümetin son günlerinde belli bir hız kazanmıştı. Bu hareketlilikte, her şeyden önce Mesut Yılmaz’ın rolü vardı.
O olmasaydı koalisyon ortaklarının farklı görüşleri, bazı konulardaki gibi AB konusunu da rölantide tutabilirdi.
AB ile temasları nispeten canlandıran Mesut Yılmaz oldu.
***
AKP hükümeti umulanın tersine AB için öyle bir atağa kalktı ki Yılmaz’ın gayretleri bile yavaş kaldı.
O hızla da Kopenhag zirvesine gelindi ve zirve aşıldı.
Zirvede son güne kadar umutla umutsuzluk adeta baş başa yarıştı.
Tayyip Erdoğan’ın hırsı okyanusları aştı, Washington’a ulaştı.
Tekrarda yarar var; o gayret Ecevit ve onun koalisyonu tarafından gösterilseydi bugün vardığımız nokta farklı olabilirdi.
***
Peki şimdi durum ne?
Türkiye, 2003’ü müzakere tarihi olarak istiyordu, alamadı.
2004 de müzakere tarihi olarak verilmedi.
Bu tarih 2005 olabilir mi?
Olur da olmaz da.
Yani Türkiye’nin artık müzakere tarihi garantisi yok.
Bu olumsuzluğa örtü teşkil etsin diye şöyle bir cümle icat edildi; "İşler yolunda giderse müzakereler geciktirilmeyecek."
Bu tesellinin işe yarayıp yaramayacağını zamanı gelince göreceğiz.
***
Bir görüşe göre Kopenhag’la beraber artık Türkiye’nin AB’ye kabulü iyice tehlikeye girdi, Kıbrıs sorunu daha da kötüye gitti. Yunanistan ile sorunlar devam ediyor. Kopenhag hayhuyu arasında Irak tehlikesi de gözden kaçtı.
En önemlisi Kıbrıs’ın güneyi AB’ye girdi, Kuzey Kıbrıs AB dışı kaldı. Üstelik Türk Kıbrıs kendi içinde ikiye bölündü. Tartışmalar, fikir ayrılıkları şimdiye kadar görülmedik şiddetle sürüyor.
Bu nedenle Kopenhag için "bardak boş" diyenler var.
Bu tezin aksini savunanlar da.
Onlar bardağın dolu yarısına bakıp "bardak dolu"yu seslendiriyorlar.
Bardak boş diyenler mi, dolu diyenler mi haklı çıkacak zaman içinde göreceğiz. Bunda Ankara’nın gayretlerinin devamının da rolü olacak.

Tutarlılık önemli
İktidarın çelişkilerden kurtulup, bütünlük içinde olma, tutarlı olma ihtiyacı var.
Orman Bakanı Osman Pepe, bazı bürokratların 40 milyarlık tatil keyfine engel oluyor ve "Dinlenme tesislerinin hepsini özelleştireceğiz. Biz saltanat sürmeye gelmedik" diyor.
Ama bir de bakıyorsunuz "irticai faaliyetler" gerekçesiyle ordudan atılan bir AKP’li Meclis Milli Savunma Komisyonu Başkanlığı’na getiriliyor.
Günlerce bedelli askerlik diye kendine göre bir program müjdeleyen Bakan Ali Coşkun, bu kez de zorunlu tasarruf fonunda biriken 12 katrilyon liranın dağıtılacağı müjdesini veriyor. Ama bu sevinç de kısa sürüyor.
AKP, önce gerçekçi atılımlarla 70 milyonun çoğunluğunu kavrama teşebbüsüne geçse, kendi için de, Türkiye için de daha yararlı olmaz mı?
Bazı bakanlar da şunu unutmasa: "Söz gümüşse sükut altındır..."


Soyan soyuyor
Başbakan Abdullah Gül, devletin nasıl yağmalandığını çarpıcı bir örnekle ortaya koydu: "Benim özel kalemimde 80 kişi çalışıyor görünüyor, bunlar her ay maaş da alıyor, ama fiilen çalışan 1 kişi var!"
Peki bu israfa, bu soyguna göz yumanlara bir şey yapılmayacak mı? Yapanın, yaptığı, yanına kar kalmaya devam mı edecek?

O bunu hep yapıyor
Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış, Annan’ın yeni planı üzerinde 28 Şubat’a kadar "muhtemelen bir uzlaşma olabileceğini" söyledi.
Yakış, Rumların tek başına AB’ye üye olmasıyla Türkiye’nin adada, "AB toprağını işgal eden güç" haline geleceğine dikkat çekti. (Karıştırmayın, Yakış bizim Dışişleri Bakanımız.)