Doğan Heper

Doğan Heper

dheper@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Irak Türklerini korumak, kollamak Türk devletinin görevidir. Kendi insanını Saddam’ın veya Barzani’nin insafına terk etmek Ankara’yı küçültür.
Ama, 3 milyonluk "Irak Türk topluluğu" şu ana kadar devamlı eziyet çekti, yerinden yurdundan edildi, katliama uğradı.
Kuzeydeki dağlık bölgede toplu halde bulunan Kürtlerin aksine, bir arada olmadıkları için Türkler, Saddam’a direnemedi.
Yıllarca; "kardeşimiz, akrabamız" dediğimiz Türkiye pasaportlu Barzani bugün Türkiye’nin güneydoğusuna sahip çıkıyor, çeşitli haritalarla bu haddini bilmezliğini dünyaya sergiliyor.
"TBMM’de 75 milletvekilim var" diyebiliyor.
Oysa, Ankara Bağdat’a, yıllarca "benim Irak’ta 3 milyon soydaşım var" diyemedi. Türkleri sahiplenip, koruyamadı.
***
TÜRKİYE Cumhuriyeti Osmanlı İmparatorluğu’nun temelleri üzerine kuruldu.
Balkanlar’da, eski Yugoslavya’da, Makedonya’da, Bosna’da, Kosova’da, Batı Trakya’da, Bulgaristan’da kalan Türkler hep ezildi. En tabii haklar bile onlara çok görüldü.
Bulgaristan’da daha dün, Jivkov döneminde Türkler Bulgarlaştırılmak istendi. İsimleri değiştirildi, sünnet yasaklandı. Bu insanlık dışı uygulamaya karşı çıkanlar öldürüldü.
400 bin Türk yerlerinden yurtlarından edilerek Türkiye’ye sürüldü.
Uluslararası hukuk kurumları bu soykırıma seyirci kaldı. İnsan Hakları Mahkemesi hala bu soykırımı ele almaktan kaçınıyor.
Türkiye de, bu insanlık dışı olayları uluslararası platformlara taşımakta atak davranamadı.
Bugün de Bulgaristan’da Türklerin çoğu işsiz. İş olursa, önce Bulgara veriliyor.
Batı Trakya’da Yunanlıların yerleşim bölgeleri Yeşilköy’e, Yeşilyurt’a benziyor ama Türklerinki eski İstanbul’un fakir semtleri gibi.
Avrupa’da 3.5 milyon Türk var. Bunlar parça parça. Çeşitli fraksiyonların etkisinde. Ankara’nın gerektiği gibi sahiplenmemesi nedeniyle bir toplumsal varlık gösteremiyor, etkin bir baskı grubu oluşturamıyorlar.
Artık bir "Dış Türkler Bakanlığı", veya özellikle "dış Türklerle" ilgilenecek bir devlet bakanlığı gerekiyor.

Bir kısım seyirciye anlaşılması güç bir kararla stat yasaklandı. Hakem maçtan önce haklı bir gerekçe yokken yerden yere vuruldu. Bir eski yönetici saldırıya uğrayıp şeref tribününde yaralandı. Bir futbol yazarı tabancayla vuruldu. Bir büyük kulübün başkanı rakiplerine statta o ayıp el kol işaretini yaptı. 3 - 5 gün içindeki ilkellikler bunlar. Futbolda ahlak reformu lazım.

Anayasa’nın 94. maddesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı’nın, başkanvekillerinin görevlerinin gereği olan haller dışında Meclis tartışmalarına Meclis içinde ve dışında katılmalarını engelliyor.
Oysa TBMM Başkanı Arınç kürsüde veya kürsü dışında hep tartışmaların içinde oluyor.
Tezkere konusunda da böyle oldu. Tezkerenin çıkmaması için aleni çalıştı, tartışmaların odağında yer aldı. Gizli toplantının gizliliğini bile bir yolunu bulup bozdu ve CHP’nin konuşmasını sağladı.
Genelkurmay Başkanı Özkök’ün konuşması üzerine her ne kadar yelkenleri suya indirdiğini gösteren cümlelerle onu alkışladıysa da şimdi 2. tezkere için yine 94. maddeyi ihlal edici tartışmalara giriyor, milletvekillerini etkiliyor.
Arınç İskenderun’da yapılan sevkıyatı "Tüylerim diken diken oluyor" diye eleştiriyor. Muhalefete yol gösteriyor; "Milletvekilleri devletin mekanizmasını çalıştırsın" ve CHP araştırma önergesi veriyor.
Tarafsızlığını kaybeden Arınç için acaba AKP karar alma objektifliğini gösterebilecek mi?

AB Güney Kıbrıs’ı bünyesine alınca, Türkiye’yi Kuzey Kıbrıs’ta, AB toprağını işgal etmiş sayacak. Türk askerine Kıbrıs’ta yer veren uluslararası garantörlük anlaşması yokmuş gibi...
Türkiye her yönden sıkıştırılıyor. BM, AB, IMF, Dünya Bankası, hatta "Modys" kredi derecelendirme kurumu ve Apocu İnsan Hakları Mahkemesi(!) bile, hepsi hepsi bastırıyor.
Haçlı zihniyeti yalnız atla, atlıyla, kılıç kalkanla ortaya konmaz ya.
AB yanlış tutumuyla adeta Türkiye’yi ABD’ye tam destek vermeye itiyor.
Oysa, Kıbrıs konusunda uzlaşmayı kolaylaştıracak olan yol şu değil mi?
Türkiye’nin AB’ye alınmasına kadar Kuzey Kıbrıs’ın üyeliğinin askıya alınmasının kabulü...
Buna yanaşmamak, AB’nin Türkiye’yi üyeliğe almaya hiç de niyetli olmadığını gösterir.
Bu da Kıbrıs’ta çözümü ilelebet çıkmaza sokar.