“Demokrasinin yerleşmesi için vesayetlerin, özellikle ordunun vesayetinin sona erdirilmesi gerekir”, deniyor.
Hürriyet gazetesinde bir haber okudum, pes dedim.
İşte haberin özeti şu:
“AK Parti İstanbul Milletvekili Özlem Türköne’nin eşi, Gazi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mümtazer Türköne, ‘Askerler en iyi siyaseti bilirler. Borsayı iyi takip ederler, bir de emlak işini iyi bilirler. Ama askerliği pek bilmezler’ dedi. Türköne, Abant Platformu’nda yaptığı konuşmada ‘Geçmişte bu ülkenin en ileri kurumu orduydu, bugün ise en geri, en ilkel ve en kaba kurumu ordudur.’ ” diye devam etti.
Bunlar “pes doğrusu” dedirten sözler.
Rahat rahat konuşulan bir ülkede, silahlı kuvvetlerin altının, üstünün bırakılmadığı bir yerde, askeri vesayetten söz edilebilir mi? Veya söz edilirse, inandırıcı olur mu? Olmaz
BDP’li Selahattin Demirtaş’ın Genelkurmay Başkanı aleyhindeki ölçüsüz, yakışıksız ve haksız sözleri de vesayet olsa sarf edilebilir miydi?
* * *
Ayrıca şu da söylenebilir.
Türkiye’nin bölünmesi bu “hayali vesayet”in kalkmasına bağlıysa bu “vesayet”in kalkmasını da çoğunluk istemeyecektir. Çünkü Türkiye’de çoğunluk birlikten, beraberlikten, bütünlükten, kardeşlikten yanadır. Ve olaylar bunu ortaya koyuyor. İsterseniz halk oylamasına başvuralım. Ve soralım.
* * *
Kürt kökenli bazı kardeşlerimizi kışkırtanlar var. Onları hep TV’lerde izliyoruz. Diyarbakır’ın şu oda başkanı veya şu doçent, profesör veya Muhsin Kızılkaya gibi yazarlar, Mehmet Metiner gibi karşısındakileri, izleyicileri “aptal” zanneden görevliler... Peki onlar İran’da, Suriye’de, hatta Irak’taki Kürt kökenlileri gidip savunsalar ya.
Oralarda demokrasi varsa orada konuşsunlar. Kelleyi kaptırmaktan korkarlar, gidip konuşamazlar. İran’daki, Suriye’deki Kürt kökenlilerin çektiklerini görmezler. Görürler de görmezden gelirler.
Ama Türkiye’de konuşmak serbest, ileri git, istediğin kadar at... Ve sonra da “Türkiye’de demokrasi yok” de...
Nasıl olsa Türkiye’yi bölmek istemek, demokrasi zannediliyor. Öyleyse konuş, konuş. Bu ülkede yıkıcı da olsa konuşmak serbest. Siz Diyarbakır’da “Türk milliyetçiliği” sözcülüğünü böyle açık seçik yapabilir misiniz?
Bırak serbest konuşmayı, PKK aleyhinde, bölücülük aleyhinde olduğu izlenimi yaratanlar oralarda serbest dolaşamaz, dolaşamıyor.
PKK “kepenkler kapanacak” dedi mi, kapatma bakalım.
Bu ne biçim “kendine özel demokrasi?” Yunanistan’daki Türk kökenlilere Türk denilmiyordu, denilmiyor, “Müslüman” deniliyor. AB’ye üye Atina’da demokrasi yok mu?
Demokrasi, 776 bin kilometre karelik Türkiye’yi bölmek demek olamaz.
AZINLIK YOK
“Azınlık” lafını hukukumuzdan, anlaşmalardan ve söylemimizden çıkartalım.
Bu kelime artık Batıcı geliyor. Rum, Ermeni, Yahudi ama Türkiye’de doğmuş, büyümüş, sizin, benim komşum, arkadaşım. Öyleyse neden farklı sayılsınlar, “azınlık” olsunlar?
Dinleri başka diye mi? Aramızda dinsizler, başka başka mezheplerden olanlar yok mu?
Var.
Ve onların hepsi Türk ve kardeşimiz.
Öyleyse Türkiye vatandaşı olan Rum asıllıya, Ermeni asıllıya, Yahudi asıllıya “azınlık” demeyelim. Ve onları da istedikleri her işe kabul edelim. Asker ve polis bile olmalarına imkân tanıyalım. İyi olmaz mı?
PİTBULL’LAR YASAK EDİLEMEZ
- Pitbull’lar yasaklandı. Böyle yasak olmaz. Başıboş dolaşan her köpek tehlikelidir. Yalnız Pitbull’lar değil.
Öyleyse köpeğini tasmasız dolaştıran, serbest bırakan, cezalandırılmalı, Pitbull değil. Köpek, sahibinin çocuğudur.
- Boğaz’da gürültü kirliliğine önlem getirildi. Ama İstanbul’da bu hassasiyet her semtte gösterilmeli.
Diğer semtlerin belediyeleri de gürültü kirliliğini önlemeye, işyerleri ile konut alanlarını gösteriş için değil, gerçekte de ayırarak önayak olmalı.
İHANET
‘Ver kurtul’cular
Beni kötümser sayabilirsiniz. Ama emin olun ben TV’leri ve gazeteleri gece gündüz izliyorum ve bunun sonunda da inandığımı söylüyorum.
Türkiye bugün şanssız bir dönemden geçiyor.Devletlerin hayatında “şans” olur mu demeyin, oluyor işte
30 yılda PKK’nın başaramadığını, bir yılda bu politikacılar başardı. Hedef PKK’yı yalnızlaştırmak olmalıyken, politikacılarımız onu daha da öne çıkardı. Ve Türkiye bölünmenin eşiğine geldi. ”Ver kurtul” günümüzde diriltildi.
Koro halinde, tekrar ede ede bölünme tabii bir şeymiş gibi algılanır oldu. Bazı yazarlarımız bile artık federasyondan, bölünmeden söz etmeyi marifet sayar oldu. Hatta “tartışalım” diye bunu, yani bölünmeyi savunur oldu.
Türkiye’de bugün kendine güvenen, itibarlı bir hükümet yok. Davranış, söylem ve mesajlarıyla saygın bir hükümet mevcut değil.Halkın büyük bir kısmının güvenebileceği bir muhalefete de vatandaş hasret.
Yani Türkiye’de iktidar ve muhalefet boşluğu var. Bu yüzden iktidar bazen muhalefet gibi de hareket ediyor.
Boşluğu dolduracak askeri ve sivil bürokrasi de yok. Çünkü onlar da yıpratıldı. Yani Türkiye fırtınalı denizde kaptansız kalmış bir gemi gibi yalpalayıp duruyor. Batabilir de.
Onun için, bu zafiyeti gören insan bünyesindeki “mikrop” benzeri hainler meydanı boş buldu. Bu boşluktan cesaret aldı ve su yüzüne, meydana çıktı.
“Ne koparırsak Türkiye’nin bu en zayıf döneminde koparırız” diyorlar.
Allah Türkiye’yi korusun...
BAKAN
Yolu şaşırdı mı?
Kuzey Irak, PKK’ya yataklık yapıyor.
Oradan gelen teröristler gencecik çocuklarımızı şehit ediyor.
Yani şehitlerimizin kanını akıtanlar, ölümlerinden mesul olanlar arasında, silahları temin edenler olduğu gibi, yataklık yapan Kuzey Irak yönetimi de var.
Ama biz ne yapıyoruz, Kuzey Irak’ı bir “çekim merkezi” haline getiriyoruz.
Bakanımız, 200 işadamıyla birlikte Kuzey Irak’a gidiyor ve onlara “yatırımlarınızı buralara yapın” diyor.
Akla gelen şu, Bakan niye işadamlarını Güneydoğu Anadolu’ya çağırmıyor? Orada niye bir yatırım seferberliğini başlatmıyor.
“Devlet ağırlıklı yatırım”lara hız verilip, özel teşebbüs Güneydoğu’ya çeşitli teşviklerle çekilemez mi?
Terörün bitmesi buna bağlı değil mi?
Bülent Eczacıbaşı “Güneydoğu’ya yatırım için devletle el ele vermeliyiz” diyor. Ve “Güneydoğu’da verimli yatırım koşullarının yaratılmasını” istiyor.
Hadi bakalım, Kuzey Irak’a yatırım seferi düzenleyen Bakan, iş öncelikle size düşüyor.