2008'deyiz, hani 2000'de Türkiye İtalya'yı yakalayacaktı. Büyük (!) siyasilerimiz böyle söylüyordu.
Hep soruyoruz.
Yakaladık mı?
Demek ki bizi, yani Türk halkını uyutmuşlar. Yıllarımız boşuna geçmiş. Onlarsa iktidarın tadını çıkartmış, sonra da evlerine çekilmişler.
Seçimi kaybetmek, iktidardan düşmek siyasiler için demokrasilerde tek müeyyide. Peki ülke için söz verip de yapmadıklarının "müeyyidesi sandıkta" deyip susacak mıyız?
Evet susacağız, susuyoruz, çünkü "Oyunun kuralı böyle" diyorlar. Ne yalan söyleyeyim, ben bu kuralı sevmiyorum, beğenmiyorum.
Bu, "demokrasinin eksik tarafı" diyorum.
Herhalde onun için "daha iyisi bulunana kadar demokrasi" diyoruz.
* * *
Sonra, demokrasinin temeli "oy" değil mi?
Evet "oy".
Peki bu oy, oy sahiplerinin serbest iradesiyle verilmeli değil mi?
Evet.
Peki bizde öyle mi?
Öyle olsaydı en son "Baykal'ın seçimde oy sandığına CHP lehine gitsinler diye çarşaflıları, içinden gelmese de, samimi olmasa da, CHP çizgisine uymasa da, okşadığını" ileri sürerler miydi?
* * *
Demokrasinin değişmez unsurları siyasi partilerdir, onlar tüm vatandaşın oyunu almaya, iktidar olmaya bakarlar, onun için çalışırlar.
Biz de öyle mi?
Hayır.
DTP bölgecilik yapıyor. Güneydoğu'yu gergin tutmaktan medet umuyor. Bakın, dolaşma kararı aldıkları ve dolaştıkları şehirler de Güneydoğu'da değil mi?
Yani bu tutum 72 milyonun aklına, acaba bu parti "bölücülük"ten yana mı, sorusunu getirmiyor mu?
Bir de iktidar partisi var Türkiye'de, AKP.
Halka yardımcı (!) bir parti.
Yardımcı olmasını, kömür dağıtımından anlıyoruz.
Bu yardım yakınlaşan seçimleri etkilemez mi?
Etkiler.
Peki bu etkiyle oy vermek, daha doğrusu oy sağlamak demokrasiye sığar mı?
Bir de bu partinin Genel Başkanı var. Tayyip Erdoğan. Erdoğan, "Bu seçimde 2. parti olursak ben de başkanlığı bırakırım" diye meydan okuyor.
Peki, Erdoğan, "Partim oy kaybederse başkanlığı bırakırım" deseydi, daha gerçekçi olmaz mıydı? Demokrasiyi güçlendirmiş sayılmaz mıydı?
* * *
Demokrasimiz de, "bize göre" bir demokrasi.
Çarşaf, türban, kömür ve samimiyet, samimiyetsizlik tartışmaları arasında kalan bir demokrasi.
Buna demokrasi denilirse...
PAPA’YA HAYRET
Bir yandan Ermenistan'la ilişkileri normalleştirme gayretleri var, öbür yandan daha da bozma gayretleri. Ermenistan Dışişleri Bakanı Nalbantyan Türkiye'de birinci tip gayret içinde oldu. Ama Papa, Türk-Ermeni ilişkilerini sanki daha da kötüye götürmek istiyor. "Sözde soykırım"ı allıyor pulluyor yeni bir konu gibi sunuyor. Yeniden gündeme getirerek, adeta nifak tohumlarını tazeliyor. Hem de tam zamanında. Pişmiş aşa su katarcasına. Bir din adamına, Papa'ya bu yakışır mı?
Star TV niye başta?
TV'lerin ana haber programları kıyasıya savaşta. Reyting savaşı. Bu savaşta uzun süredir Star TV yani Uğur Dündar başta gidiyor.
Neden?
Bence bunun başlıca sebebi Dündar'ın Türkiye'yi yücelten bir çizgi izlemesi, Türkiye'nin birliğine, bütünlüğüne haberlerinde değer veren, öncelik veren duruşu...
Baykal ve çarşaf
Biz ne dedik:
"Türban simgedir, siyasi simge, şeriatçılık simgesi. AKP türbanı çeşitli şekillerde destekledi destekliyor.
Ama başörtüsü simge değildir. Bu örtünün altından saçı görünen ekseriyettedir. İşte CHP bunlarla dosttur, dost olmalıdır. Bunları dışlamaması doğaldır."
Baykal buna bir de çarşafı ekledi. Doğru harekete ne denir?..
BÖLÜNME
Yalnız bir korku mu?
Beni üzen ne biliyor musunuz?
TV'lerde her gün, her akşam, söylenenleri dinlemeden, izlemeden, gazetelerde yazılanları okumadan konuşmak. Hele hele TV'leri izlemeden...
Bakın "Kürt sorunu"nun adı "Güneydoğu konusu"ydu.
Sonra "Kürt sorunu" oldu.
"Kürt sorunu" nedir diyene "Kültürel haklar sorunudur" deniyordu. Günler geçti, bugün "Kürt sorunu" nedir deyince Kürt sorunu "Federasyon sorunudur" deniyor.
Nereden nereye, değil mi?
Bir süre sonra bu istek, tek devletin, Türkiye'nin bölünmesine odaklanmayacak mı?
Bölünmemeyi kim taahhüt eder, garanti eder? Yoksa o, TV'lerdeki konuşmaları, tartışmaları dinlemeyenler mi? Onlar bugünlere geleceğimizi de tahmin edemiyorlardı, herhalde (!)
Bölünme bir korku olmaktan çıktı, gerçekleşmesi için çok kişinin çalıştığı, içte dışta bazılarının desteklediği bir olgu haline geldi bile.
Bakın, bütün TV'lerdeki bu konudaki tartışmaları izlemenizi sağlık veririm. Ama geçen hafta 4-5 gece süren biri vardı ki, bu konuda konuşabilmek, fikir ileri sürebilmek için onu mutlaka izlemeniz gerekirdi. SKY Türk'teki program. O programa konuşmacı olarak katılanların bazısı "federasyonu" alenen savundu.
"Üniter devletten artık vazgeçilmeli, Güneydoğu iç işlerinde müstakil bir federe devlet olarak bu federasyon içinde yerini almalı" dendi.
Bu görüş artık, aşağı yukarı, her TV'de her tartışma programında bazıları tarafından ileri sürülebiliyor.
"Bölünmenin yalnız temelsiz bir korku" olduğunu ileri sürenlere Avrupa'nın göbeğinde savaşsız bölünen Çekoslovakya ile savaşla bölünen Yugoslavya ve bölünme yolundaki Irak'ı görmezden gelmeyin, derim.
YAMALI
Çorap gördünüz mü?
Yan sütunda, 2000 yılında yakalarız dendiği halde 2008’de bile İtalya'yı yakalayamadığımızı yazdık.
"Bu doğru ama, yıllar önceki yaşantımızı da hatırlıyoruz. Acıdır" diyenleri duyar gibiyim.
Ben anımsıyorum, siz anımsıyor musunuz? O günlerde belki de savaş olduğu için ekmek karnesi vardı. Babam memur olduğu için ekmek hakkı bizden çoktu ama o ekmeğini bize yedirirdi. O günlerde şöyle de bir söz de vardı, "Biz Allah'ın kuluyuz da memurlar İnönü'nün kulu mu?"
Sonra aylar, yıllar geçti. "Gizlevet" marka kara lastik ayakkabı satan dükkânlar türedi. Elbiseler küçülünce bir sonraki kardeş giyer oldu. Terziler elbiseleri tersyüz yapmaya alışmışlardı. Kundura tamircileri vardı ve ayakkabılara pençe yapardı. İpek kadın çoraplarının "kaçan" kısımlarını tamir eden dükkânlar mevcuttu. Erkek çorapları yamanır, bunun için yumurta benzeri aletler satılırdı. Erkek gömlekleri yedek yakalıydı. Gömleğin yakası çok kullanmaktan yıprandı mı, eskidi mi yedek yaka gömleğe diktirilirdi.
Tramvaylarda ikinci mevki vardı ve daha ucuzdu.
Türkiye'de ekseriyet yoksuldu... "Fakiriz" diyen çocuklara ilkokullarda yemek verilirdi. Ben, bizim okulda pişirilen patates yemeğinin kokusuna bayılırdım. Hâlâ o güzel kokuyu unutamam. Eve gelip patates yemeği isterdim. Uzatmayalım. Ne günlermiş değil mi?
Allah, Türkiye'ye o günleri bir daha göstermesin. Ve bunlar bir anı olarak kalsın. Biz yine 2000 yılında niye İtalya'yı yakalayamadığımızı tartışalım.