Doğan Heper

Doğan Heper

dheper@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Galiba “savaş” sona erdi. Bu savaşı Başbakan Tayyip Erdoğan açmıştı, yine o bitirdi.
Aydın Bey de gerekli cevapları vererek halkın doğru bilgilenmesine yardımcı oldu.
* * *
Sözlü savaş bitti, ama bu kez de savaşı bitiren Başbakan “boykot” başlatılmasını istedi.
Kimi boykot?
“Yandaş medya” dışındaki “hür medya”yı boykot.
Ama basın aleyhindeki bu çağrı, bu çaba halk üzerinde aksi tesir yaptı ve özellikle Hürriyet, Milliyet ve Vatan gazetelerinin tirajı arttı.
Bu, Başbakan’a ders olmalı. Acı bir ders...
* * *
Peki Başbakan’ın takdir ettiği, okunmasını istediği gazeteler hangileri ve bu gazetelerin sahipleri kim? Geçende bir arkadaşımız bunları gözler önüne serdi:
Sabah ve Takvim gazeteleri, Ahmet Çalık’a ait.
Ve Çalık grubunun tepe yöneticisi Başbakan’ın damadı Berat Albayrak.
Sabah-atv grubunun tepe yöneticisi ise damadın kardeşi Serhat Albayrak.
Başbakan’ın danışmanı Ahmet Tezcan da Sabah grubunda danışman oldu.
Yeni Şafak gazetesinin sahibi Ahmet Albayrak olarak görünüyor. Bu grup, Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile birlikte tırmanışa geçti.
Star gazetesinin sahibi Ethem Sancak. Sancak eski solcu ve girişimci ruhuyla tanınıyor.
Ethem Sancak Başbakan’ın en yakın dostlarının başında geliyor!
Vakit’in kime ait olduğunun önemi yok çünkü Başbakan’ın en sevdiği gazete bu, bunu herkes görüyor.
Zaman Fethullah Hoca cemaatinin yayın organı diye tanımlanıyor, sahibi ise Çalık’ın eniştesi.
İşte Başbakan, Hürriyet, Milliyet, Posta, Radikal ve Referans vs. gibi bağımsız özgürlükçü ve hür haber-fikir gazeteleri evlere sokulmayarak, yukarıda sayılan bu mevkutelerin (!) okunmasını mı istedi?
Yani okuyucuyu emir kulu mu zannetti?
Okuyucu da şahsiyet sahibi olduğunu, köle olmadığını gösterdi ve biraz önce dediğimiz gibi, aksini yaptı. Yani onun “Evinize sokmayın” dediği gazetelerin tirajı arttı.
* * *
Laiklik demokrasinin vazgeçilmezi değil mi?
Oysa, Başbakan’ın partisinin laiklik aleyhtarlığının odağı olduğu Anayasa Mahkemesi kararıyla sabitleşti.
Deniz Feneri’nin dolandırıcılık şaibesini de Alman mahkemesi aleniyete döktü ve bunun Türkiye’ye bulaştığını açıkladı.
Ama hükümet bu kararların üzerine yatmak istedi. Ama “hür medya” buna müsaade etmedi.
Belki de  bu sebeplerle Başbakan “hür” ve “doğru haberci” basına topyekûn savaş açtı. Ama yanlış yaptığını o da gördü...

Haberin Devamı

EKONOMİST ARANIYOR
ABD ekonomik krize girdi, dünya piyasalarında deprem var.
Başbakan’ın iyimserliğine karşın, krizin Türkiye’yi de menfi yönde etkileyeceği söyleniyor.
Peki, felaket gelirken ekonomistler, ekonomi dünyasındaki yöneticiler ne yapıyordu? Onlar uyuyor muydu?
Dünyada ve Türkiye’de en yüksek parayı alan onlar, attı mı mangalda kül bırakmayan onlar. Sahi şimdi neredeler? Yine olayların arkasından gidip yorumlar yapacaklar. Yapıyorlar. Bilgiç bilgiç konuşacaklar. Konuşuyorlar... Oysa marifet kasırgayı gelmeden önce bildirmek, tedbir alınmasını sağlamak değil mi?

Haberin Devamı

Bu 2 adam kim?
“Galiba savaş sona erdi”, diyoruz. Evet, Erdoğan başlattığı haksız savaşı bıraktı, ama çapsız bazı adamları devam ediyor. Bu adamlar, Kemalettin Göktaş ve Bekir Bozdağ’dan başkası değil.
Toplum bunları tanımıyor bile. Ama Aydın Doğan, bu adamları, iftira ve tehdit ettikleri için mahkûm ettirince yakında tanınacaklar, merak etmesinler!..

Haberin Devamı

BOYKOT
Basını birleştirdi

“Bir musibet bin nasihatten evladır.”
Bu ve buna benzer sözler boşuna söylenmemiştir. Birçok tecrübe sonunda doğmuşlardır.
Bakın, Başbakan “Doğan grubu gazetelerini evinize sokmayın” dedi, “boykot” çağrısı yaptı ya, bu da neredeyse Türkiye’de bütün basın kuruluşlarını ve bütün gazetecileri birleştirdi.
Hatta yurtdışında bile Başbakan’ın boykot çağrısına karşı sesler yükseldi.
Arkadaşlarımızın amacı boykot isteyen Başbakan’a karşı “basın özgürlüğü”nü korumaktı. Kimden gelirse gelsin “boykot”a karşı direnişti.
Kim olursa olsun, ne zaman olursa olsun bu tip etik olmayan mücadele yollarına basın, medya topyekûn karşı duracaktı, durdu...
Zaman gazetesinde Ekrem Dumanlı’ya rağmen, o, basında istisna idi ve sırıttı...
“Bir musibet bin nasihatten evladır” sözünün doğruluğu bu olayda da böylece görülmüş oldu...

HALİMİZ
Merkez sol, sağ yok

Türk demokrasisinin teferruattan öte, temelde sakatlığı var. Hep söylediğimiz gibi, sol ayağı yok, topal...
Hesap şu olmalı: Bu sol asgari yüzde 30 oy alabilir mi?
Alamayacaksa, o sol sol sayılabilir mi? O sol, solluğunu kaybetmiş sayılmaz mı?
Bugün hâlâ 1998’de söylediğimizi tekrar ediyoruz, yani 10 yıl önce söylediğimizi. Türkiye’de iki Türkiye var; biri İsviçre hayatı yaşıyor, öteki Bangladeş. Bunu iftar çadırları kapısındaki kuyruklar ve evlere bırakılan yardım maddeleri gösteriyor. Ankara’da Başbakan’ın pazartesi günü yaptığı konuşmada “artan refah”tan söz etmesine rağmen.
Ama bu Bangladeş hayatı yaşayanlar da oylarını bu mevcut sola vermiyorlarsa bunda da bir sakatlık var demektir.
Yani o sol, sol değil demektir.
Bugün gelir dağılımı adaletsizliği uçurumlar meydana getiriyor.
Rekabet kurallarının tam işletildiği söylenemez.
Ücretler sabit, fiyatlar serbest.
Vergi adaleti henüz sağlanamadı.
Çok büyük ekseriyet sosyal güvenceden yoksun.
Eğitimde devlet ipin ucunu bıraktı.
Sağlık müesseseleri  işlemiyor. Her gün yeni bir skandal duyuyoruz.
“Adalet bağımsız değil, tarafsız değil” diyen, yine adaletin kendisi.
Çeteler hâlâ dehşet saçıyor.
Projesiz sol da sol değil demektir. Sol gibi sol olmayınca o demokrasi de topal demektir.
Peki, “Merkez sağ var mı?” diyenleriniz de olacaktır.
O da yok.
Yalnız Tayyip Erdoğan var. Türkiye onun için bu halde değil mi?