Hükümet ayrı, halk ayrı. Bu cümle bugünkü Türkiye’yi ifade etmiyor mu?
Bana göre ediyor.
Bu hükümetin halkla ilişkisi yok.
İşadamları, adeta “gemisini kurtaran kaptan” sözü doğrultusunda hareket ediyorlar. Kendileri ithal edip, kendileri imal edip, kendileri ihraç ediyorlar. Tabii fiyatları da kendileri saptıyorlar.
Bankalarımızın yarısı yabancıların eline geçti. Yani halk onların insafına kaldı.
Esnafın devletle işi yok. Hükümete adeta yabancılar. Ne haksız rekabete karşı onları koruyan var, ne de onlara karşı halkı.
Güçlü güçsüzü eziyor. Hükümet adeta “Altta kalanın canı çıksın” dercesine seyrediyor.
Esnaf-halk kavgasını görmek için pazarları dolaşıp bu gözle bakmak yeter.
Uzun lafın kısası, bir kilo çinekop 50 milyon lira.
Evet, bir kilo sıska çinekop 50 milyon lira.
Vatandaş nasıl yiyecek?
O yüzden değil mi Armutlu’daki balıkçı ithal uskumru satıyor. Biliyor ki vatandaş 75 milyon lira verip bir buçuk kilo çinekop alamaz.
Lafı uzatmayalım.
Tarım da kendi yağıyla kavrulmaya bırakıldı.
Hayvancılık da öyle. Yani durum içler acısı.
Peki iyi giden iş yok mu?
Mesela çalışma hayatı nasıl?
Gençlerin dörtte birinin işsiz olduğu istatistiklerden biliniyor.
Ama Güneydoğu’ya gidenler orada gençlerin yarısının, yani yüzde ellisinin işsiz olduğunu söylüyorlar. Bu doğrudur. Doğru olmasa dağda insan kalır mı?
PKK bugünkü gibi bol adam bulur mu?
Başbakan bir de her ilde üniversite açmakla iftihar ediyor. Mezuna iş bulmadıktan sonra aç gitsin, ne kolay değil mi?
Erdoğan: “Her mezuna biz mi iş bulacağız?” diyor.
Sizinle, yani hükümetle, hükümet olmayanın farkı peki nasıl ortaya konacak, Başbakan bunu da anlatsa ya.
Dış politikadan da halk memnun değil.
Hükümet hem Ermenistan’a hem de Azerbaycan’a yaranamıyor.
Özellikle Ortadoğu’daki arabuluculuklar da lafta kalıyor.
Tayyip Erdoğan İsrail’e meydan okuyor ama katil İsrail uçaklarının Türk hava sahasından geçmesine Ankara izin veriyor. “Bu ne perhiz, ne lahana turşusu” demezler mi?
* * *
Yani, özet şu. Halkı düşünen yok. Hükümet, yani Erdoğan halkı dertleriyle baş başa bıraktı.
Peki hükümet oturuyor mu?
Hayır.
O, kendisini bu seçimde kazandıracak, partisini kapanmaktan uzak tutacak değişikliklerin peşinde.
AKP “anayasa değişikliği” adı altında yargıyı pençesine almak istiyor. Bunun için her şeyi göze aldı ve kolları sıvadı.
Ordu yıpratıldı, YÖK elde edildi, RTÜK malum, yandaş medya yaratıldı, şimdi sıra yargıda. O erk de yürütmenin, yani Erdoğan’ın hâkimiyeti altına alınmalı. Bunun için AKP enerji harcıyor.
Böyle gider mi?
Bakalım ne zamana kadar?
AKP ANAYASASI
“Anayasa değişikliği”... Bu cümle aldatmaca. Çünkü Anayasa 26 maddeden ibaret değil. Değiştirmesi çok kolay ama, hani yüzde on barajı, hani dokunulmazlık?
Yapılmak istenen “yargı reformu” da değil.
Tayyip Erdoğan’ın şikâyetçi olduğu maddeler değiştirilmek isteniyor. Tayyip Erdoğan’ın yapmak istediği Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yetkilerini kısmak, ve parti kapatma imkânını yargının elinden almak. Yani yargı erkini de yürütmeye bağlamak. Ve bunu seçimden önce yapmak.
Bu konuda referandum da savunulmaz. Çünkü uzmanların bile anlaşamadığı bu bilimsel konularda halk sıhhatli karar veremez.
Sonra 26 maddeyi toptan referanduma sunmak da kötüyü iyi ile beraber yutturmak anlamına gelir.
Anayasa böyle değiştirilemez.
Olaylar tekrar ediyor
“......... Bu ülkede eğer politikacılar, partiler, parlamento, yani seçimle gelen siyaset kurumu tıkır tıkır işliyor olsaydı, asker kışlasından çıkmaz ya da bazen sesini yükseltme ihtiyacını hissettirmezdi. Türkiye iyi yöneltilseydi, siyasette Tayyip’ler, radikal uçlar güçlenmezdi.”
Bu satırları yazan Hasan Cemal.
Melih Aşık’ın köşesinde yayımlandı. Ama Hasan Cemal bunları sakın bugün yazdı sanmayın.
2002’de yazmış.
Yazarlar değişse de olaylar pek değişmiyor, değil mi?
Bir şey daha var. Bu yazıdaki gibi düşünenler Anayasa’nın geçici 15. maddesinin kaldırılması teklifi için acaba ne diyecekler?
MESAFE
Ve gazetecilik
Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) Başkanı Vedat Akgiray, “Wall Street Journal’da, portföyü olan gazeteciyi işten atarlar” dedi ve ekledi: ‘Medya mensuplarıyla iş dünyasının samimi olması, yani bir gazeteciyle bir işverenin, bir patronun arasındaki ilişki abi-kardeş gibiyse o da bir sıcaklığa ve yanlış bilgiye neden olur...”
Akgiray çok doğru söylüyor.
Ama eksik söylüyor. Biz tamamlayalım.
Özellikle gazete genel yönetmeni mesafeli olur, siyaset adamlarıyla içli dışlı olamaz, samimi olamaz.
Olursa onun objektifliğinden, tarafsızlığından şüphe edilebilir.
Çünkü o yöneticinin önüne gelen, mesela, bir yolsuzluk haberi, onun samimi olduğu, arkadaş olduğu bir siyaset adamıyla ilgiliyse, nasıl manşet yapılacaktır? O genel yönetmenin eli titremeyecek midir?
Bu misaller çoğaltılabilir.
Öyleyse muhabir arkadaşlar haberi getirir ve gazete yöneticisi, samimi olmadığı mesafeli olduğu bu kişilerle ilgili haberi, değerine göre, objektif olarak sayfadaki yerine koyar.
Samimi olmama işte bu objektifliği sağlar. Bu objektiflikte okuyucunun itimadını perçinler.
Birçokları samimiyeti marifet saysa da bu böyledir.
Ben, samimi oldukları parti başkanlarından emir alan yöneticilerin telefon konuşmalarına da şahit oldum. Ama onların bu mevkideki ömürleri birkaç ayı geçmedi.
Çünkü çalıştıkları o gazete dürüst bir gazeteydi.
Bugün objektif haber vermeyen ve iktidarın istediği gibi yayın yapan gazetelere “yandaş” deniyor.
Yandaşlık, bir nevi samimiyetten, yani objektif olmaktan uzaklaşmaktan ileri geliyor.
Gazeteye ve gazeteciye bu yakışmaz.
OKUDUM VE
Ayıpladım...
Bir eski gazete patronunun ve bir eski genel yayın yönetmeninin, geçtiğimiz günlerde röportajlarını okudum. Adeta günah çıkarıyorlardı. Hayret ettim.
Bir sözümüz vardı: “Şecaat arz ederken merdi kıpti sirkatin söyler.” Bu röportajlar bana o sözü hatırlattı.
Niye acaba bu söylediklerini o gün yapmadılar, haksızlıklara karşı çıkamadılar, doğruyu anlatmadılar?
Yoksa şimdi, birçoğu gibi, onlar da mı AKP’ye şirin görünmek istiyor?
Hele, “Şimdiki aklım olsa farklı davranırdım” söylemine hiç inanamadım... Hem o dönemi kazanca çevireceksin, susup her haksızlığın üzerine yatacaksın. Ama zaman değişip de haksızlıklar yanlışlar aleniyete dökülünce sen de itirafta bulunma faziletinde(!) bulunacaksın.
Hadi ordan...