İstanbul'da Haliç'in kenarında, Karaköy'le Azapkapı arasında bir kültür, sanat, eğlence alanı yaratılmak isteniyor ama buna engel olmak için uğraşanlar var.
Perşembepazarı'ndaki bir grup.
Bu grup aslında yıllar önce bölgeden yani Karaköy'den ayrılmış olmalıydı. Ama olmadı.
O grup için PERPA denen dünya çapında bir ticaret merkezi yapıldığı halde onlar şehrin göbeğinde, şehircilik açısından hiç de elverişli olmayan bir yeri terk etmemekte direndiler.
Karaköy'le Azapkapı arasındaki Tersane Caddesi şehrin göbeğinde bir ur gibi kaldı.
* * *
SON çare olarak bu caddeyi kamyon ve kamyonet trafiğine kapatmak akla geldi.
Ve uygulama başlatıldı.
Böylece hem ulaşım rahatlayacak hem de bu durumdan etkilenen esnafın belki de PERPA'ya yönelmesi sağlanmış olacaktı.
Uygulama esnafı ikiye böldü.
Bir bölümü gösteri yapıyor, çeşitli eylemler düşünüyor. Bölgeyi terk etmeye hiç niyetleri yok. Kamyon ve kamyonet trafiğinin serbest bırakılmasını istiyor.
Diğer bir bölüm esnaf ise, göstericilerin işportacılar, tezgahçılar olduğunu, söylüyor. Diğer esnafı da onların tahrik ettiğini ileri sürüyor.
Oysa gerçek ortada;
Karaköy esnafı için, bir yanda dünyanın en modern kapalı çarşısı yapılmış, boş bekliyor.
Öte yanda, Karaköy esnafı Karaköy'de şehrin en işlek yerinde, adeta cadde üzerinde tezgah açmış, elverişsiz şekilde ticaret yapıyor.
Eğer taşınılacak yer olmasa, PERPA gibi modern bir işyeri yapılmamış olsa, Karaköy esnafını savunmak hakkaniyet gereği olurdu.
Ama öyle bir durum yok, tam tersi var.
Öyleyse bu keyfiliğe son verme çabası kınanacak değil, olsa olsa desteklenecek bir durum olabilir.
Esnafın ekseriyetinin de böyle düşündüğü anlaşılıyor.
* * *
İSTANBUL'da aslolan keyfilik. Ve bu keyfilik her alana hakim.
Şehirde 2 milyona yakın araç var, otopark yok.
1.5 milyona yakın araç ya trafikte ya da sokaklarda kaldırımlarda park etmiş durumda.
Böyle ilkellik ve keyfilik kokan bir manzaraya uygar bir ülkenin uygar bir şehrinde herhalde rastlanılamaz.
Şimdi deprem tehlikesi de dikkate alınarak bir karara varıldı.
Bazı ana caddeler ile bunlara açılan sokaklar için park yasağı getirildi.
Bir kısım İstanbullular ve hatta bazı belediye başkanları bu karara ateş püskürüyor,
"peki araçlar nereye park edebilecek" diye.
İşin iki cephesi var:
Önce şu: Yerel yönetimler, belediyeler ruhsat verdikleri her binadan otoprak payı diye para alıyor. Ama otoparklar yapılmıyor. Eğer belediyeler sorumluluklarının bilincinde olsa, görevlerini ihmal etmese otopark sorunu olur muydu? Olmazdı.
Bu tespit ilk bakışta doğru, yerel yönetimler ihmalkar, ama şu da var; otoparkı olan semtlerde vatandaşlar araçlarını bu otoparklara bırakıyor mu?
Otomobile milyarlarca lira veren vatandaşların çoğu otoparka ücret ödeme yerine caddeyi, sokağı, kaldırımı tercih ediyor. Yayanın hakkını gaspediyor, trafiği altüst etmeyi, tıkamayı kendisi için bir hak gibi görüyor.
Bu sözler dayanaksız değil.
İstanbul'un en kalabalık, en gözde semtlerinden birinde yapılan katlı otoparkın yarı boş durduğunu, oysa otoparkın etrafındaki sokak ve caddelerde park edilen araçlardan geçilemediğini ben her gün görüyorum.
Bu da bir bakıma keyfilik kadar, eğitim meselesi, görgü meselesi, şehir kültürü meselesi.
Yazara E-Posta: dheper@milliyet.com.tr