İSTİKRAR, güç ve hızlı karar için tek parti iktidarı gerekir" denildikçe "koalisyonlara da alışmalıyız" yanıtları geldi.
Yıllarca bu iki görüş çarpıştı.
Sonunda Türkiye koalisyonlara alıştı.
Yüzde 15'lerle, 10'larla, yani çok düşük oy yüzdeleriyle Meclis'e girebilen partilerden ne güç, ne radikal kararlar, ne de istikrar beklenebilirdi.
AKP'ye kadar Türkiye'de, 1950'den bu yana tek başına iktidara gelebilen üç parti vardı.
1950 ile 1960 yılları arasında Demokrat Parti.
1965 ile 1971 yılları arasında Adalet Partisi.
1983 ile 1991 yılları arasında Anavatan Partisi.
Bu partiler güçlerinin bir bölümünü günün şartlarından alıyor olsalar bile bu gücün büyük bir bölümü onların karizmatik liderlerinden ve ehil kadrolarından geliyordu.
Menderes, Demirel, Özal.
3 Kasım seçimlerinde yeniden tek parti iktidarına dönüldü.
Belki bu zaferde Tayyip Erdoğan'ın karizmatik liderliğinden söz edilemezdi ama günün şartlarını iyi kullanan Erdoğan önemli etkendi.
***
TÜRKİYE son 12 - 13 yılda koalisyonlara alışmıştı. Ama koalisyonların Türkiye'ye alıştığı pek söylenemezdi.
Yanlış kararlar bu süre içinde ya Çankaya'dan, ya yargıdan, ya piyasadan döndü durdu.
Peki bugün, o özlenen tek parti iktidarında durum ne?
Durum, koalisyondan pek farklı değil.
İktidar Çankaya ile, yargı ile, piyasa ile genelde yine uzlaşmazlık içinde. Hatta bazı sivil toplum örgütleriyle de.
***
BU kez üstelik, tek parti iktidarının içinde de çok önemli kararlara sık sık muhalefet edenler var. Sözün kısası AKP iç uyumdan yoksun.
Tezkere fiyaskosundan beri pek çok konuda bu durum açıkça görüldü. Bazı AKP'liler parti disiplininden yoksunluğu, parti içi demokrasi gibi bir safsataya bağlayıp kamufle etme çabası gösteriyorlar. Belki yeni tezkereye muhalefetin de gerekçesini hazırlıyorlar.
Bu nedenle de "istikrar, güç ve hızlı karar için tek parti iktidarı gerekir" kanaatinin temelleri sık sık sarsılıyor.
Uzun lafa gerek yok. Eğer Türkiye'nin göz bebeği gençlerden 40 bini fen ve anadolu liseleri sınavında sıfır alıyorsa... Yine gençlerimizden 26 bini üniversiteye girişte tek soruyu bile doğru cevaplayamıyorsa Türk eğitimi komada demektir.
Bunun radikal kararlarla tedavisi yarına bırakılamaz, bugün başlanmadıysa geç kalındı sayılmalıdır.
Tayyip Erdoğan İstanbul kaldırımı çiğnemiş, halkın içinden çıkmış bir Başbakan. AB'ye Türkiye'yi sokmak isteyenlerin başında da o geliyor. Bunlar onun artıları. Ama eksileri de var.
Üç çocuk yurtdışında nasıl okutulur?
Masrafı eş dost karşılıyorsa, günü geldiğinde Başbakan'ın o eşe dosta bedel ödemesi gerekmeyecek mi?
AB'nin eşiğindeki, çağdaş Türkiye'nin Başbakan'ın oğlu nasıl olur da erkeklere yasaklanmış, adeta "harem"de yapılan bir nişan töreniyle evliliğe ilk adımı atar.
"Bu onun özel hayatıdır" diyemezsiniz.
Başbakan topluma örnektir, önderdir. Daha doğrusu öyle olmalıdır.
Tabii jokeyliğin dışında!
1980'de kapalı ekonomiden piyasa ekonomisine geçildi. 2000'de piyasa ekonomisinden global ekonomiye... Ama bir türlü "sosyal piyasa ekonomisi"ne geçilemedi.
Başbakan Yardımcısı M. Ali Şahin önceki gün, "Türkiye yüzyılın yıldız ülkesi olacak"(!) diyordu.
Demirel'in yıllar önceye ait bir cümlesi vardı: "Zenginler sofrasına oturmaya karar verdik"(!) diye.
Vatandaş ise hep sordu, yine soruyor:
"Bu ücretlerle, bu çifte vergilerle, bu zamlarla mı zengin sofrasına oturacağız, yıldız ülke olacağız?"
Saddam'ın oğlu Uday'ın cebinde, prezervatif ve viagra bulunmuş. Belli ki, o takımı ölü de olsalar, iyice gözden düşürme amacına yönelik bir ABD hikayesi bu.
Prezervatif deyince ben arşiv müdürümüz, rahmetli Nedim Abi'yi hatırlarım.
O İstanbul beyefendisi, okkalı Nedim Abi kendisiyle şakalaşılmasını çok sever, adeta çanak tutardı.
Bir gün yazı işleri masasının etrafında dolaşıp gevrek gevrek gülerken, cebine buruşturulmuş bir prezervatif yerleştiriliverdi. Eve öylece gitti. Ertesi sabah Nedim Abi yazı işleri salonuna adeta 200 km. hızla ve Ramazan topu gibi gürleyerek girdi. Elinde bir bavul yavrusu, hışımla açtı. Bir atlet, bir don, bir gömlek. "Sevinin işte, yaptığınızı beğeniyor musunuz, evden kovuldum..."
Muhterem eşi, akşam "Nedim, bozuk paran var mı, kapıcıya vereceğim" demiş. O da "Cebimden al" deyince, hanımın çığlığı duyulmuş.
"Nedim, bu kadar yıl sonra sen bana bunu da mı yapacaktın?.."