TV’lerde her akşam ve gece 5-6 tartışma programı var.
Yani, 20-25 kişi tartışıyor.
Bu tartışmaların konusu genellikle Türkiye’nin geleceği.
Tartışmacılar arasında aydın geçinen Türk asıllı Kürtçülere, bölücülere bile rastlanıyor. Başka bir ülkede olamayacak kadar, bol bol bölücülük propagandası yapılabiliyor. Keşke vakit olsa da bu bölücü konuşmalar bir kitapta toplanabilse.
* * *
Bir bakıma bu tartışmalar Türkiye’de söz hürriyetinin ne kadar ileri seviyede olduğunu gösteriyor. Hatta aşırı seviyede olduğunu...
“Türkiye’de eşitliğimiz yok, hürriyetimiz yok, istediğimiz gibi konuşamıyoruz” diye şikâyetçi olan kişilerin sarf ettikleri bölücü, ayrımcı, kışkırtıcı sözleri herhalde Türkiye’den başka yerde bu kadar serbest ve açıkça söylenemez, bu isyana teşvik edici fikirler savunulamaz.
Yani bu kişiler açıkça, bölücülük propagandası yapıyorlar da kimse bir şey demiyor. Böyle hürriyete can kurban!.. Zaten, “üniter Türkiye Cumhuriyeti”nin kurban olması da bu gidişle yakındır.
Hele hele Emine Ayna’nın dünkü konuşmasına bakın, aleni bölücülük yapmıyor mu?
TV’lerde konuşanların çoğu Güneydoğu’nun ekonomik, kültürel kalkınmasından söz etse, bunun için yollar gösterse, yapılamayanların eleştirisini yapsa, can kurban. Ama ekonomi gündemlerinde yok.
Ne var?
Şunlar var:
Mahalli yönetimlerin kuvvetlenmesi ve bağımsız olması. Dış İşleri’nde serbestlik. Vergi toplama, eğitim serbestliği.
Dilin güçlendirilmesi için serbest faaliyetler, mahalli dilin serbestçe her yerde kullanılabilmesi. Ve mahalli kolluk gücü. Ayrı bayrak... Yani şimdilik özerklik. Ve “Kürdistan” kelimesinin kullanılması.
Bunların çoğu PKK’nın bir süre önce açıkladığı istekler.
İşte bunların hepsi veya bir kısmı bu TV konuşmacıları tarafından da ileri sürülüyor, savunuluyor. Peki bu ne demek?
Bu sonunda “bağımsızlık” demek. Yani, Güneydoğu adına konuştuğunu söyleyenlerin büyük bir kısmının asıl istediği “ayrı bir devlet.”
Türkiye’den ayrılmak ve büyük Kürdistan’ın kuruluşu için sonunda Kuzey Irak’a katılmak.
Ama benim Güneydoğulu vatandaşlarımın, kardeşlerimin çoğu bunu istiyor mu?
İstemiyor. Ama sesini de çıkaramıyor, çünkü o terörden ve teröristten korkuyor...
Öyleyse devlet Güneydoğu’da varlığını ispat etmeli. PKK’ya rağmen, Güneydoğu Anadolu’da kalkınmaya, kültürel hakları genişletmeye hızla devam etmeli. “Kardeşlik” boş laf değildir. Bu kelime TV’lerdeki bölücü konuşmacılara rağmen, kalkınma hamleleriyle beraber hep tekrar edilmeli.
PARALI ASKERLİK
Bazı konular vardır ki öyle ulu orta konuşulmaz. Önce yetkili kişiler ve kuruluşlar kendi aralarında müzakere eder sonra konu kamuoyu önüne getirilir. Askerlik konusu da öyle. Ama amaç, “referandumda evetleri çoğaltmak” olunca bazılarına göre her yol mubahtır. Bu bazılarından biri de Bakan Bülent Arınç değil mi?
Bugüne kadar, yani 8 yıl onun partisi de, o da iktidarda değilmiş gibi, tam şimdi yani referandum arifesinde paralı askerlik aklına geliverdi ve önerdi. Hem de yeni komuta kademesine danışmadan, konuşmadan, ihtiyaçları onlardan öğrenmeden. Yeni komutanlar daha koltuklarına yerleşemediler bile... Bakan olana, bu derece önemli konularda mahalle dedikodusu yapar gibi konuşmak yakışır mı?
CİNDORUK KAYIP!...
Türk siyasi hayatında boşluk var. Bugüne kadar sol yok, onun için “Demokrasimiz topal” derdik. Şimdi merkez sağ da yok, onun için demokrasimiz kötürüm diyoruz.
Bu ülke er veya geç merkez sağda bir partiye sahip olacak. Bunun için de bir lider lazım. Bize sorarsanız, tecrübe ve istek kadar güven, güven kadar bilgi ve diğer bazı unsurlar lider olmak için önemli.
Belki de en önemlisi, yeni görüşleriyle Kılıçdaroğlu ve Erdoğan’ı geride bırakabilmek.. Merkez sağ liderini bulmakta acele etmeli, ama acele diye yanlış bir seçim de yapmamalı. Hüsamettin Cindoruk yanlış bir seçim olduğunu ispat etti...
OTURUP AĞLAMALI
Bunun için
HAYIR
REFERANDUM
Bu mu demokrasi?
Bu günlerde malum çevreler bile demokrat kesildi.
“Demokrasi” kelimesi ağızlardan düşmüyor. Ne kadar demokrasi aşığı varmış da farkında değilmişiz.
Oysa demokrasiyi seviyorsak, gerçek demokrasiyi istiyorsak, gelin şu yeni “partiler yasası”nı ve “seçim yasası”nı çıkaralım, diyoruz. Hem de ne zamandır değil mi?
Oysa dinleyen yok.
Yüzde 10 barajı yüksektir, gerçek demokrasi için onu düşünmemiz lazım, diyenler yıllardır konuşuyor.
Oysa dinleyen yok.
Gerçek demokrasi için seçimlerde partiler arası ittifaklar kurulabilmeli, diyorlar. Oysa dinleyen yok.
Partilerimizde lider sultası var, böyle demokrasi olmaz.
Örgüt de milletvekili aday listelerinin yapımında rol almalı. Listeleri liderler hazırlayıp seçmene, “Al sandığa git, at” demesi demokrasiye aykırıdır deniliyor.
Oysa dinleyen yok.
Şeyhler, şıhlar, aşiret reisleri ülkede söz sahibi ise, hâkimse sıhhatli seçim olmaz, yani demokrasi yerleşmez ve gelişemez deniliyor.
Oysa dinleyen yok.
Fert başına milli gelir muayyen seviyede değilse, herkes için eğitim yoksa o ülkede hakiki demokrasi de olamaz, olan aldatmacadır, diye bağırılıyor. Oysa dinleyen yok...
İktidar partisi seçimden önce halka kömür, beyaz eşya ve yiyecek dağıtıyorsa böyle demokrasi olmaz deniliyor. Oysa dinleyen yok.
Biz ve bizim gibi demokrasimizin eksikliklerinin giderilmesini isteyenlerin yanında, Anayasa’nın 26 maddesinin değişmesini yeterli bulanlar, demokrasi için şimdilik bu kâfi diyenler var. Hele bunların bir kısmının isminin başında profesör, doçent gibi titrler de olması beni hasta ediyor, iyi mi?