Doğan HEPER
TOPLUMSAL hayat böyle şüpheler içinde yürür mü?
Adliyeden şüphemiz var, adliyenin de Adalet Bakanlığı'ndan.
Adliyeden şüpheyi, geçenlerde 2 gün tartıştık.
Çok da mektup aldık.
Bir dokun bin ah dinle.
Ama birkaç gündür adliyecilerin şikayetleri medyaya dökülüyor.
Bakanlığın yaptığı, görev yeri değişiklikleri nedeniyle.
Tabii bunun da eninde sonunda ucu mağdur vatandaşa dokunuyor.
Hakim hanım
"kararım nedeniyle beni Afyon'dan alıp Edirne'ye sürüyorlar" diyor. Bunda gerçek payı varsa artık bazı hekimlerin doğru bildiği kararı vermesi o kadar da kolay olur mu?
* * *
MAHKEME kararlarına mesnet teşkil edecek bilirkişi raporlarının birçoğu da genelde soru işaretleri doğuruyor. Bunların bir kısmının doğruluğundan da şüpheler var.
İşte önceki gün Denizli - Antalya güzergahında meydana gelen ve 14 kişinin ölümüne neden olan otobüs kazası.
Kazadan hemen sonra tanıklar, yolcular, yaralılar konuşturuldu. Bu konuşmalardan çıkan sonuç, otobüsün kusurlu olduğu yönündeydi.
Otobüs birkaç hatalı sollama yapmış, sonuncusunda kaza meydan gelmişti. Hatta otobüs şoförünün dalgın, huzursuz, uykusuz olduğunu iddia edenler bile vardı.
Ama arkadan bilirkişi raporu geldi.
Yaralı otobüs şoförü, ölen minibüs şoföründen daha az kusurlu bulunmuştu.
İşte bir şüphe daha.
Şimdi bu belge davaya temel teşkil edecek, edecek ama doğruluğu tartışmalı...
O kadar tartışmalı ki minibüs tarafının hukuki temsilcileri bu rapora itiraz ettiler. Duyduğumuz kadarıyla bölgedeki idari yetkililerin bir kısmı da bu bilirkişi raporundan tatmin olmamışlar.
Böyle şüpheler içindeki belgelerle varılacak kararlar toplumsal vicdana huzur verebilir mi?
* * *
SUSURLUK kararı çıkmıyor.
Çıkacağı da yok.
Bazısı,
"Bu kişiler hukukun içinde kalınarak başedilemeyen bazı terör destekçileriyle mücadele için bir araya getirildiler. Gerekeni de yaptılar. Ama sonra kendileri için çalışmaya başladılar" diyor.
Hukuk nizamı içinde hukuk dışı bir mücadeleyi anlamak biraz güç.
Peki bu anlamamazlık böyle sürecek, şüpheler dağıtılmayacak, gerçekler anlaşılmayacak, olay tahminlerle, dedikodularla mı sürüp gidecek?
* * *
TUNCA Bengin arkadaşımızın röportajını okudunuz, izlediniz.
Bayrampaşa Cezaevi'nde olanları o cezaevinde 1.5 yıl savcılık yapan Necati Özdemir anlatıyordu.
Cezaevlerinde can güvenliği yok. Bir adamdan öldürülmemesi için alınan haraç 5 milyon dolar. AIDS'ten ölenler var. Uyuşturucu bağımlıları var. Hepatit B'liler var. Silah ve uyuşturucu ticareti gırla gidiyor.
Haraç vermediği için duruşmalarına gidemeyenler var. Gitse adam tahliye olacak ama yollamıyorlar.
Yataklar 5 - 15 milyon liraya satılıyor.
Sevk durdurma 4 - 5 bin mark.
Yakınlarıyla görüştürme de tarifeye bağlı.
Cezaevi görevlileri koğuşlara giremiyor.
Yani cezaevleri suç yuvası. Adamın ıslah olacağı varsa bile, orada olması imkansız.
Ve Adalet Bakanı da,
"Cezaevlerine hakim değiliz" diye itirafta bulunuyor. Bayrampaşa Savcısı'nın anlattığı, felaketleri doğruluyor.
Bakanın bir cümlesi var ki, bunun üzerinde yorum için kelime bile bulmak güç.
"Sizin hakim olamadığınız yerde eşkıya hakim olur."
Bu devlet bitmiş.
Ferdi vicdan da, toplumsal vicdan da kan kaybediyor.
* * *
PEKİ ne yapmalı da bu kan durmalı, toplumsal vicdan huzura kavuşmalı?
Bu soruya uzun cevaplar aramak gereksiz.
Medeni ülkelerde adalet nasıl çalışıyorsa, bilirkişiler nasıl davranmak zorundaysa, cezaevleri nasıl yönetiliyorsa, normalin dışına çıkanlar kim olursa olsun, nasıl siyasi ve hukuki ağır müeyyidelerle karşılaşıyorsa, yapılacak olan odur. Dünyayı yeniden keşfetmeye gerek var mı?
Yazara EmailD.Heper@milliyet.com.tr