Doğan Heper

Doğan Heper

dheper@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

“Acele barış seferberliği” dedik.   “Kavga kalkınmayı unutturdu” dedik.
Ama derdimizi anlatamadık.
Türkiye belki de tarihinde hiç olmadık kadar karıştı. Şimdi 72 milyon bu kargaşayı yaşıyoruz.
Bu kargaşa dün terör halinde İstanbul’a, ABD Başkonsolosluğu’na kadar geldi.
Peki, bu kargaşanın suçlusu kim?
Hükümet.
Evet, Tayyip Erdoğan hükümeti. Niçin onlar?
Çünkü başkası yok.
Yüzde 47 alan kim?
Bu hükümet değil mi?
Öyleyse mesul, yani sorumlu da onlar.
Muhalefet yok mu? Yok.
Güçlü sol yok, merkez sağ hiç yok.
Kim var? AKP.
Öyleyse ben vatandaş olarak nasıl Türkiye’nin hızla kalkınması halinde AKP’yi alkışlayacaksam, Türkiye’nin karışması halinden de AKP’yi sorumlu tutarım.
Belki, “Sen sorumlu tutsan ne olacak?” diyeceksiniz. Ama bilin ki tarih de Türkiye’nin bugünkü acınacak halinden bu iktidarı ve bu iktidar partisini ve onun başkanını sorumlu tutacaktır.
* * *
Bakın bugün Türkiye, geçmişinde olmadık şekilde parçalandı.
Laikler-antilaikler.
Milli bütünlükten yana olanlar ve ülkeyi kökene göre bölmek isteyenler.
Henüz bu parçalanma kâğıt üzerinde ama böyle giderse yarın ne olacak?
Bunun inandırıcı cevabını bu hükümet verebiliyor mu?
Hükümet şu veya bu şekilde parçalanmaya, daha kâğıt üzerindeyken “Dur” diyebiliyor mu? Hayır.
* * *
Bakın, bu parçalanma bölünme, karşı karşıya olma toplumun her kademesinde, her müessesesinde görülüyor.
Mesela medyaya bakın. Hem bölünmüş, hem bölüyor.
Hükümet, “yandaş basın” yaratmakla bu bölünmenin baş hazırlayıcısı sayılmaz mı?
Oysa, ne pahasına olursa olsun, doğru bildiğini söylemek, yazmak medya mensubu olmanın birinci şartı olmalı...
* * *
Türkiye durdu.
Yatırım yok, kalkınma yok, huzur yok.
Oysa bize lazım olan; iyi iş, iyi aş, kalıcı barış, huzur içinde kalkınma ve uzlaşma içinde büyüme...
Ama, gündemde, çatışma, birbirine çamur atma var.
Bu böyle gider mi? Gitmez...

Haberin Devamı

CUMHURBAŞKANI NEREDE?
Türkiye uçuruma gidiyor.
Ama, sanki memlekette cumhurbaşkanı yok.
Oysa cumhurbaşkanı ülkenin birliğini, beraberliğini temsil etmiyor mu? O yürütmenin de başı değil mi?
Ama o nerede? Cumhurbaşkanı teşebbüsü niye ele almıyor?
Sorarım size, o bugün ortada olmazsa, ne gün olacak, ne gün olacak?

Haberin Devamı


Niye sormuyor?
Geçen sabah CNN Türk’ün misafiri Mehmet Şimşek’ti. Soruları cevapladı ama programda Yiğit Bulut yoktu. Salı günü de aynı programda Nazım Ekren’i ağırladı ama yine Yiğit Bulut bulunmadı. Ben ekonomik haber meraklıları adına soruyorum, Yiğit Bulut’un sorularını merak ediyorduk, o her sabah topluma söylediklerini niye onlara söylemedi, sormadı? Niye programa katılmadı?

Emekli olmak yok
Bıyık, sakal tartışmasını bir yana bırakalım da Rahmi Koç’un şu sözlerine kulak verelim: “Tekaüt bile olsan saat 9’da evden çıkacaksın. Dışarıda ne yaparsan yap, eve takılıp kalmayacaksın.”
Bunun için de bir “iş” bulmayı öneriyor Rahmi Bey. “Bunu yapamayanlar emekli olunca sudan çıkmış balığa döner, evde eşlerinin başına bela olurlar.”
Demek ki, toplumun bildiği anlamda tekaütlük artık yok. Ölene kadar çalış...
Doğru değil mi?

Haberin Devamı


ERGENEKON
Kurular ve yaşlar

Herkes kanunlar karşısında eşittir. Emekli paşalar da, savcılar da...
Ama, adamı sanıksın, diyerek hapiste 13 ay tutup, ölmek üzereyken çıkarıp atmak her şeyden önce insanlık, evet, insanlık suçudur.
13 ayda nerede iddianame?
Sonra Cumhuriyet yazarı arkadaşımız Mustafa Balbay’a sorulanlara bakın Allah aşkına...
“Sezer belgeseli nedir?”
Balbay, “Bunun okuyucunun birinin yolladığı mektup olduğunu, okuyucusunun CHP’ye girmesi gerekenleri saydığını” söylüyor.
Yoksa işe Sezer de karıştırılmak mı isteniyor?
Balbay, “yasadışı Ergenekon örgütüne üye olmak ve halkı hükümete karşı silahlı isyana teşvik etmek”le suçlanıyor. Ama serbest bırakılıyor.
Bir de gazeteci arkadaşımız Ufuk Büyükçelebi var. Tercüman gazetesinin genel yayın yönetmeni, elleri kelepçelenen tek sanık ama mahkemeye çıkarılınca serbest bırakılan ilk sanık.
Peki, ona kelepçe niye takıldı? Başkalarına yapılan muamele niye ona çok görüldü?
Kelepçe için yeni bir hukuki düzenlemenin şart olduğunu Büyükçelebi olayı bize gösterdi.
Devleti yıkmak isteyenler, silahlı isyan planlayanlar, ihtilal peşinde olanlar, tabii ki en ağır cezaya çarptırılmalı. Ama kurunun yanında yaşları yakmadan...

UZLAŞMA
Eşi kapalı, kızı açık

Hasan Doğan için yazılmayan kalmadı. Ama en anlamlı cümle şu idi:
“Türk futbolu Doğan’ı geç keşfetti, erken kaybetti.”
Ben şimdi bunları bir kenara bırakıp başka bir doğruya dikkati çekmek istiyorum, o da Hasan Doğan’ın uzlaşmacı yanını vurgulayanların cümleleri.
Evet, onlar spordaki, futboldaki kısa süre federasyon başkanı olarak hizmetlerinin bir uzlaşmacılık örneği olduğunu söylediler. Doğruyu söylediler, yazdılar.
Niye doğru diyorum?
Hasan Doğan’ın ailesine bakıyorum ve bunu, yani uzlaşmayı görüyorum da ondan.
Karısı başı örtülü, kızı başı açık.
Demek ki, rahmetli Hasan Bey bağnaz değildi, demokrattı, uzlaşmacı idi. Ailenin en yakın unsurları da olsa isteyen istediği gibi giyinebiliyordu. Yani başını isteyen örtüyor, isteyen açıyordu.
İşte ailede huzur da böyle sağlanırdı. Karışmayarak. Despotluk yapmayarak. “Mecbursun, ben öyle istiyorum, kapatacaksın” veya “Mecbursun, ben öyle istiyorum başını açacaksın” demeyerek.
İşte anne başını kapıyor ve kızı başı açık geziyor. Bu, ailede uzlaşma değil de nedir? Türkiye’de böyle olmalıdır. Bu örneği sağlayabilen Hasan Doğan keşke yaşasaydı.