Irak'ta Türk askerlerinin esir alınması olayının iki yönü var. Önce Ankara tarafı:
Onur kırıcı olaylar bir süredir devam ediyordu, daha da süreceği anlaşılıyor. Çünkü Ankara "stratejik ortak" dediği, sıkıştıkça yardım istediği ve yıllardır destek aldığı ABD'ye hayal bile edemeyeceği bir oyun oynadı.
"Türkiye, Irak operasyonunda ABD'yi desteklemezse savaş çıkmaz" diyenler ikna edilemedi. Ankara adeta Saddam'ın yanında yer aldı. Savaş Türkiye'ye rağmen başladı ve hemen de bitti.
Tayyip Erdoğan dışındaki Ankara zirvesi ve akıl hocalarının yanıldığı, Türkiye'yi yanlış politika uygulamaya yönelttikleri çabuk anlaşıldı. Ama bu yanılgının sonu yalnız onları etkileseydi sorun yoktu. Oysa o yanılgının sonuçları tüm Türkiye'yi güç duruma soktu. Türkiye'nin kırmızı çizgileri tek tek silindi.
Karşılıklı güven temeline dayanan Washington - Ankara ilişkileri çökme dönemine girdiği halde, ne yazık ki Ankara onarım için yeni bir politika saptamakta da geç kaldı.
***
Olayın ABD cephesine gelince:
ABD süper de olsa, hiper de olsa haddini aşmıştır.
Bu nedenle de ABD Türk halkını kaybetmiştir.
Bugün bir ABD yetkilisinin, bir ABD askerinin Türkiye'de herhangi bir caddede rahat dolaşabileceğini zannetmiyorum. Bunun adı "kan davası" olmayabilir, ama artık dostluk da, işbirliği de, ortaklık da halkın gözünde ölümcül bir yara almıştır. Devletin politikası böyle demese de halkın görüşü budur, Türk kamuoyu bu yönde oluşmuştur.
Sonuçta Türk askerlerinin serbest bırakılması, komisyonlar kurulması, randevusu önceden belli ABD'li generalin Ankara'ya gelmesi hükümeti tatmin etmiş olabilir veya hükümet öyle görünmek isteyebilir. Hükümetler kendilerini bazı şeyleri görmeme, unutma mecburiyetinde hissedebilir. Ama Türk halkının, Türk kamuoyunun tatmin olması mümkün değildir.
***
Olay sırasında Hurşit Tolon Paşa'nın sözleri dışında rahatlatıcı bir ifadeye rastlanmamış olması da üzücüdür. Keşke, askerlerimiz, her şeye rağmen çatışsaydı, demek bile bu duygu dolu ortamda mantıklıymış gibi geliyor.
Sonuç olarak Türk insanı dost bildiği ABD'den gelen bu küstahlığı unutmayacaktır.
Bu öfkeyi hafifletecek tek teşebbüs olabilirdi. O da Başkan Bush'un özür dilemesiydi. O da olmadı...
Tunceli Valisi'ne suikast teşebbüsünde bulunanların KADEK militanları olduğu açıklandı.
Militanlar dün de Tunceli'de yolları kesti.
Pişmanlık yasasına rağmen gelişmeler iyi değil, tam aksine kötü.
En önemlisi de Ankara ve İstanbul'da araçlara yönelik sabotajlar.
Güçlü bir parmağın Türkiye'de oturmaya başlayan dengeleri bozma işaretini verdiği anlaşılıyor.
Bu hükümetin öncekilerden farkı var mı, birkaç gün içinde anlaşılacak.
İşte turnusol kağıdı:
Yıllardır yangın merdivensiz otel faciaları, tek kapılı disko yangınları, patlamalar, büyük kazalar hep yerel yönetimlerin ihmali, denetimlerin rüşvete mağlubiyeti nedeniyle can kayıplarına neden oldu.
Ankara'da bir vatandaşın ölümüne, 180 vatandaşın yaralanmasına sebep olan LPG istasyonu yangını da yerel yönetimlerin vurdumduymazlığınnın son örneğini teşkil etti.
Bu arada İstanbul'da 90 LPG istasyonundan 72'sinin ruhsatsız olduğu açıklandı.
Ankara'daki 160 istasyondan 120'sinin kaçak olduğu da anlaşıldı.
Hükümet bugün, bu kaçak istasyonların mühürlenmesini sağlarsa geçmiştekilerden farklı bir hükümet olduğunu anlayacağım.
Türkiye büyümede Çin'den sonra dünya ikincisi oldu. İhracat arttı. Sanayi üretimi arttı. Enflasyon eksiye düştü.
Kağıt üzerindeki ekonomik göstergeler olağanüstü iyi.
Buna rağmen geniş vatandaş kitlesi ekonomik sıkıntı içinde.
İstatistiğin güzel rakamlarına rağmen, her semtteki çarşı pazarın rakamları vatandaşın mutluluğunu engelliyor.
Örnek basit:
Semtlere göre peynir, 7 milyon lira ile 9.5 milyon lira, zeytin 6 milyon lira ile 9 milyon lira arasında.
Bir kilo erik Beyoğlu Balık Pazarı'nda hâlâ10 milyon lira.
BM'nin dün yayımlanan araştırmasına göre de Türkiye gelişmişlik sıralamasında 175 ülke arasında 96. ve Türk halkı fakir.
Devletin ekonomisinin, vatandaşın ekonomisinden haberi yok.