Krizde 1. devre bitti ama dedikodusu, daha doğrusu tartışması daha çok sürecek.
“Eskiden de askerler veya siviller Yüksek Askeri Şûra’da ‘teamüller’i çiğnemişti. Öyleyse bugün da teamuller çiğnenebilir, ne var bunda” diyenler var. Bunu Askeri Şûra kararlarına Başbakan’ın, yani siyasi otoritenin müdahalesi üzerine, onu mazur göstermek için söylüyorlar.
Oysa onlar da biliyor ki “kötü örnek, örnek olmaz” “o yaptı, ben de yapayım” diye normal olmayan şeyi yapanın, yaptığı kabul edilemez veya değiştirilir.
Sonra, eskiden yapılanlara yargı alet edilmemişti. Bugünse Yüksek Askeri Şûra’da hükümetin, daha doğrusu Başbakan Erdoğan’ın istekleri için yargı alet edildi. Bu nasıl oluyor? Adalet Bakanı telefon mu ediyor? Yargıya şu veya bu vasıtayla emir mi veriliyor, siyasi otoritenin istekleri mi bildiriliyor?
Hayır. Böyle olduğunu söyleyecek, iddia edecek kadar saf yok aramızda. Peki nasıl oluyor da bir kısım yargı, hükümetin istediğini yapıyor?
Onlar Başbakan’ın, hükümetin ne yapmak istediğini biliyorlar ve ona göre hareket ediyorlar. İşte bu kadar basit...
* * *
Askerler, yakalama emrine rağmen, çeşitli hukuki imkânları kullanıp günlerce teslim olmadı. Çünkü teslim olsalar bir kısmı sınırda teröre karşı mücadelesini bırakıp 5 ay sonraki ilk duruşmaya kadar içeride, yani hapiste kalacaktı. İşin bu yanını bırakalım ve yargının siyasi otorite mensuplarının düşüncelerini bilerek hareket ettiğini gösteren şu örneği verelim.
Gece Başbakan’la Genel Kurmay Başkanı baş başa “kriz toplantısı” yapacak, denilince 101 subay hakkındaki yakalama kararı da kaldırıldı. Yani ortamın elektriği bir nebze olsun alınsın, bu görüşme nispeten gergin olmayan bir ortamda geçsin istendi. Bu olay başka türlü yorumlanabilir mi? Bu yargının bazı elemanlarının siyasallaştığını göstermez mi?
Yani “YAŞ”a hükümet, siyasi otorite el koymuştur. Teamülleri yok edilmiştir. Ve bu bir kısım yargı yardımıyla yapılmıştır.
İşte bu yani bir durumdur.
* * *
Başbakan pravokasyonlardan bahsediyor.
Sen Başbakan değil misin? Askerlerimizin öldürülmesine mani ol, iç savaşa engel ol, provakasyon varsa bul, çıkar, yargıya teslim et.
Hep dediğimizi tekrar edelim.
Bunlar bahane.
Erdoğan’ın iktidarda kalması için bahane...
Medya “yandaş” yapıldı, YÖK’üniversiteler ele geçirildi.
Yargıyı ele geçirme operasyonu sürüyor. Şimdi sıra orduda. Ve YAŞ kararlarındaki krize, orduya el koyma amacı yol açtı. Ve askerlerdeki, daha doğrusu YAŞ’daki teamüller Erdoğan’ın isteği üzerine değişti. Ve terfiler siyaset de işe karıştırılarak yapıldı.
Bu sürecek mi?
Yaşayan görecek.
SAYGINLIK DÜŞTÜ
Halkı alıştırdılar. Siyaset kavga zannediliyor. Seviye düştü, yerde sürünüyor. Oysa kavga kolay. Marifet devlet adamının Türkiye’yi içte ve dışta saygın hale getirmesi. Ama bu saygınlık önce, siyaset adamının kendinden başlar. Yani, saygın olmayana saygınlık aşılanması mümkün müdür?
Erdoğan ve Kılıçdaroğlu’nun meydanlarda biriken halka karşı birbirlerine hitabı, bu saygınlığın neresinde olduğumuzu göstermiyor mu? Belki onlar “dinsizin hakkından imansız gelir” sözünü doğrulatıyorlar denilebilir, ama saygınlık aşılamak onlardan çok uzak bir iş gibi görünmüyor mu?
Bütün Müslümanlara Ramazan ayında sıhhat, afiyet ve huzur dilerim...
GÜL’ÜN İNTİKAMI
Kriz bitti. Ama bu kadar olay içinde en ilginci bence Aslan Güner Paşa’nın başına gelenler oldu. Söylendiğine göre krizi bitirmek üzere harekete geçenler Genel Kurmay 2. Başkanı Aslan Paşa’yı Jandarma Genel Kumandanlığı’na önermişler. Ama buna, yine söylentilere göre, son dakikada, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül karşı çıkmış....
Çünkü Aslan Paşa, Gül’ün türbanlı eşinin elini sıkmamıştı.
Siz, Laçiner gibilerin söylediklerine bakmayın. Ve Gül’ün, Aslan Paşa’ya kini vardı, bunu bilin. Görüyorsunuz değil mi, türban ne işlere yol açabiliyor.
BAŞBAKAN
26 maddeyi unuttu
Başbakan işi gücü bıraktı “referandum” peşinde.
İl il dolaştı, dolaşıyor, dolaşacak ve konuşuyor “evet” istiyor. Konuşmalarda her şey var ama 26 madde yok. Anayasadaki 26 madde değişikliğini ağzına bile almıyor. Peki öyleyse “evet” niye?
Başbakan’ın istediği “evet” kendisi için. O kendisi için halktan “güvenoyu” istiyor.
Hem ülkeyi çıkmaza soktu, hem güvenoyu verin, “evet” diye oy atın diyor.
Halk durumu görmüyor mu?
Görüyor.
Onun için de “hayır” oyu verecekler o konuştukça artıyor.
Unutmayalım ki bu “hayır” Erdoğan’a ve onun hükümetine, onun yönetiminedir.
Başbakan’ın bir merakı da kendisini rahmetli Adnan Menderes’e benzetmesidir.
Allah aşkına siz söyleyin, neresi benziyor. Menderes, tek parti yönetiminden sonra bu halka, bu ülkeye demokrasiyi getiren adamdı. Aydın bir kişiydi. Saygın bir insandı.
DP’nin 1 numarası Celal Bayar ise laikliğin bayrağı gibiydi.
Erdoğan ise bu ülkeye Menderes’ten 50 yıl sonra parti lideri diktasını getirdi. Laikliği de sulandırdı. Türkiye’yi, ılımlı İslam devleti yapma adımını attı.
Türkiye’nin parçalanmasına, 73 milyonun birbiriyle düşman olmasına yol açtı.
Kurumları birbiriyle çatıştırdı. Nasıl konuştuğunu da siz zaten biliyorsunuz. Özlediği bir rejimi kurmak istedi, istiyor. Amacı demokrasi değil...
Erdoğan ile Menderes’in benzer tarafı var mı?
Rahmetli Menderes hayatta olsa bu benzetmeye en çok o kızardı.
KARŞIMIZDA
K. Irak’ta ABD var
Dubai anlaşması çok konuşuldu.CHP lideri Kılıçdaroğlu bu anlaşma için AKP’ye şöyle seslendi... “Dubai’de 1 milyar dolarlık anlaşmayı neyin karşılığı imzaladınız. O imzayı sizin yakanıza asacağım.”
Hükümet adına Kılıçdaroğlu’na cevap verildi “ve bu anlaşma ile ABD’ye Kuzey Irak’a girmeme taahhüdünde bulunulmadığı ve bu yüzden de anlaşmanın Türkiye tarafından uygulanmadığı” söylendi.
Siyasi partiler, yani iktidarla ana muhalefet öyle anlaşıyor ki bu konuyu daha çok tartışacak.
Ama bizim, halk olarak bu açıklamalardan anladığımız ABD’nin, şimdi Türk askerini Kuzey Irak’ta görmek istemediğidir. Bunu bu anlaşmadan da anlıyoruz. Peki 1 Mart tezkeresi kabul edilseydi ABD askerleriyle birlikte Türk askeri Kuzey Irak’a girmeyecek miydi?
Bu değişim niye?
Demek ki ABD 1 Mart tezkeresinin reddinin acısını her fırsatta çıkartmak istiyor.
Askerlerimizin başına çuval geçiren sakat anlayış devam ediyor.
Yani Kuzey Irak’ta karşımızda ABD var. Öyleyse, oradan PKK militanları gelip, Türk çocuklarını öldürüp oraya dönüyorsa bunun sorumlusu herkesten önce ABD’dir.
Barzani’nin, Kuzey Irak’ta ABD’nin kuklası olduğu da bir kez daha anlaşılmaktadır.