Dr. Hakan Tartan

Dr. Hakan Tartan

hakantartan35@gmail.com

Tüm Yazıları

Artık tüketim alışkanlıkları da değişti. Kolaylıkla gözlemleniyor. Markaya sadakatten, lüks ürünlerden kopuş, tane ve yarım kilo alma gibi... Bu yüzden de herkes üretici olacak.

Çarşı pazar kış aylarında en önemli gündem maddesi. Enflasyon canavarının da etkisi ile sürekli bir ‘pahalılık’ muhabbeti. Bazı ürünler tarlada para etmese de markette, çarşı pazarda en az 5 - 6 lira.

Size Ege ve Akdeniz bölgelerimizden örnekler vereyim. İzmir Gümüldür’de mandalina ağaçta kaldı. Toplama maliyeti yüksek. Pazarlama sıkıntısı var. Birçok üretici 1 liradan veriyor, vermeye hazır. Ama çıkın bakın çarşı pazara 5 - 6 lira. Daha uzak diyarlarda daha pahalı. Nedir? Nakliye, vergi, harç, aracı parası vs. Sonuç pahalılık.

Haberin Devamı

Limonda, portakalda da aynı senaryo. 1 liraya alan yok, ama çarşı pazarda en az 3 - 4 katı. Hal böyle olunca pahalılık da gündemden düşmüyor. Umut yaz ayları. Sebze meyvenin, özellikle domates ve salatalıkla birlikte evlerin temel gıdalarının bollaşması, ucuzlaması.

Gündem pahalılık, yüksek enflasyon ve geçim sıkıntıları. Bu yüzden tüketim alışkanlıklarımız da büyük ölçüde değişti. Bunu her yerde gözlemliyorum. Örneğin yarım kilo ile satılan sebze meyve.

Bir gün herkes çiftçi olacak

Ayva taneyle alınır mıydı? Alınıyor, bir tanesi de yaklaşık yarım kilo. Kivide, avokadoda, muzda anlıyorum, tercih edeni belli bir kitle. Ama elma, armut, portakalda bile tane ile alımlar gözleniyor. Pazarlarda, marketlerde durum böyle.

Değiştik. Ciddi ciddi değiştik. Yakın gözlükler hep cepte, etiket fiyatları kontrol altında. İlle ‘şu marka ürün alırım’, ‘bu markayı tercih ederim’ diyenler de azaldı mı, bana mı öyle geliyor? Lüks tüketim orta direk için artık ‘gerekli tüketim’ noktasında mı?

Aynı tür ürünler arasında ucuz olan sanki daha avantajlı. Nitekim kampanyalar da bunun göstergesi. Yoğurtta, sütte, peynirde, belki en çok da temizlik malzemelerinde. İndirimli ürünler ve büyük marketlerdeki indirim kampanyaları da radarımızda.

Ne, ne kadar? Hatta ne zaman? Ve fişler... Marketten, çarşı pazardan aldığımız. ‘En çok okunanlar’ listemizde. Fişi okuyoruz, dönüp dönüp yine okuyoruz. Saklayıp dost sohbetlerinde gündem maddesi olarak kullananlar bile var. "Bak domates geçen ay 5 liraydı, şimdi 8 lira." "Et ne oldu böyle? Aldı başını gitti. 50, 60 derken 100 lira sınırında."

Haberin Devamı

Tüketim alışkanlıklarımız da, yöntemlerimiz de değişti. "Sonrası ne olacak?" diye soruyor okurlarım, onu da söyleyeyim: Bir gün herkes üretici olacak. Amatör çiftçi. Küçük bahçesinde, köyündeki tarlada, balkonunda, terasında küçücük seralar, bahçeler oluşturarak... Leğende, saksıda, teneke kutularda... Domates, biber, patlıcan, kabak, soğan, maydanoz, patates... Ama bir ortak noktada, sağlıklı ve ucuz tüketim için doğru ve sürdürülebilir üretim sloganı ile... Ve yerel üretimi destekleyerek.. Kalkınmayı yerelden başlatarak genele taşımak için...

Dünyanın sesi: İklim krizi büyük sorun

İklim krizinin yansımaları ile ilgili güzel bir çalışma ulaştı elime. Elbette bu tür veriler çeşitli kaynaklardan yayılıyor. Ama bizim işimiz de kendi okurlarımız için değerlendirme, derleme, toplama ve yorumlama.

Haberin Devamı

İşin özü şu: Herkes iklim değişikliği tehdidinin farkında, ancak önlemler yeterli görülmüyor. Küresel ısınma insanlık için ciddi bir tehdit, ama dünyanın yüzde 52’si iklim değişikliğinin durdurulabileceği konusunda umutlu. Araştırmaya göre Türkiye, küresel ısınma ile mücadeleye katkı sağlamak için çevre dostu ürünler satın alma konusunda da dünya ortalamasının üzerinde.

BAREM’in global ortağı WIN Grubu ile birlikte 39 ülkede 33 bin 236 kişi ile yaptığı araştırma, katılımcıların yüzde 86’sının küresel ısınmayı insanlık için ciddi tehlike olarak gördüğünü ortaya koyuyor.

Türkiye yüzde 47 oran ile iklim değişikliğinin durdurulabileceği konusunda kötümser ülkeler arasında. En iyimser kesim öğrenciler. Araştırmaya katılanların yüzde 70’i hükümetlerin ve şirketlerin bireylerden daha fazla çaba göstermesi gerektiğini düşünüyor. Türkiye’de bu oran yüzde 68.

Benim en çok merak ettiğim konu, doğal afetler ve yıkımların nasıl görüldüğü. Görüşülen 10 kişiden 8’i global ısınmanın bir sonucu olarak, orman yangınları, seller, fırtınalar gibi doğal afetlerin arttığına inanıyor. Yüzde 82 oranla kadınlarda bu algı daha fazla. Türkiye’de doğal afetlerdeki artışı küresel ısınmaya bağlayanların oranı yüzde 83. Bu krizi daha çok konuşacağız.

Tarımsal ihracatta umut veren rakamlar

Türkiye geçen yıl 23 milyar dolarlık tarım ürünleri ihraç ederken, Ege İhracatçı Birlikleri 2020 yılındaki 4 milyar 358 milyon dolarlık satışı 5 milyar 100 milyon dolarlık ihracat noktasına taşıyarak Türkiye ihracat şampiyonu oldu. Toplam tarımsal ihracatın yüzde 22’si demek bu.

Gelecek günlerde, daha önce de sık sık yazdığım tarım organize sanayi bölgeleri devreye girdikçe, hem bu rakam artacak, hem de Ege Bölgesi ağırlığı. Bu bir anlamda yabancı yatırımcıların da bölgeye ilgi göstereceği şeklinde yorumlanabilir. Yeter ki, bu özen, ilgi ve destek sürsün.

Ege İhracatçı Birlikleri Koordinatör Başkanı Jak Eskinazi, Dikili, Kınık, Bayındır ve Bergama’da kurulma aşamasındaki tarım ihtisas organize sanayi bölgeleri devreye girdiğinde Ege Bölgesi’nin tarım ürünleri ihracatının daha da gelişeceğini belirterek, “Ege Bölgesi tarım ürünleri ihracatı orta vadede tarım OSB’lerin katkısıyla 10 milyar dolara ulaşacak” dedi.

Çabalar ne değerli. Hedef ne güzel.

‘Su Bakanlığı’ önerisi

Su ve kuraklık konusunda öyle çok değerlendirme var ki. Beni yüreklendiren o kadar büyük bir destek. Onlardan biri de 2010 - 2015 yılları arasında DSİ Genel Müdürlüğünde Jeoteknik Hizmetler ve Yeraltısuları Dairesi Başkanı olarak görev yapan Jeoloji Yüksek Mühendisi bir değerli isim, Ali Faruk Öztan. Şunları iletti:

“Görev dönemimde, inanın, mesaimin belki yüzde 80’ini yer altı suları konusunda sarf ettim. Tarım, orman ve su konularının her biri ayrı birer bakanlık gerektirecek kadar yoğun ve önemli. Özellikle yer altı suları çok stratejik bir kaynak. Konya’da olduğu gibi maalesef her yerde savurgan bir şekilde tüketilip ziyan edilmekte ve kirletilmektedir. Yer altı sularının kontrollü kullanımı konusunda hazırladığımız eylem planlarımızı hayata geçirmemiz mümkün olmadı. Konya şimdi bunun acılarını çekiyor. Konya Ovası’nda yer altı sularının aşırı tüketimi nedeniyle şimdiden adedi binlere yaklaşan obruklar oluştu. Önerim, konusu sadece yer üstü ve yer altı sularının yönetilmesine ayrılmış, müstakil bir bakanlığının acilen ihdas edilmesidir.”

HALİT ÇAPIN OLSA...

‘Ölümden öncesi hayat mı?’

Yazı ve röportaj ustası. İyi bir edebiyatçı. Sözcükleri öyle güzel kullanıyor, cümleleri kısa kısa ama öyle etkili kuruyordu ki, okumak keyifti. Halit Çapın, Milliyet’in, Türk basınının efsanesi, ‘zeka küpü‘. ‘Silahlara Veda’nın efendisi Ernest Hemingway’e benzetilen tek Türk kalem.

Kendisi büyük bir entelektüel, röportajları birikmiş hayatların yansıması, destansı, bilgilendirici, öğretici. Yıllarca hep güncel. Fanatik bir Fenerbahçeli. Alkolü seven ve ‘onu takdim eden‘ bir yazar. Hiç eğilip bükülmemiş ‘Altın Kalem‘ sahibi.

İnsana dokunan, insana doğru, dürüst, sevgi ve irdeleme fırsatı veren yazıların coşkulu kalemi. 70 yıllık yaşamını ‘gırgıra almasını bilen‘ usta. Bugün hayatta olsa yine şunları mı yinelerdi acaba:

“Sahi ölümden öncesi hep hayat mıdır? İnsanlar bazen keyiflerinden içmezler. Gün ışığında yaşanan, görülen pislikler, akşam sefalarında yitirirler çirkinliklerini. Unutulurlar yeni bir sabaha değin. Akşam sefaları kaçıştır iğrençliklerden.”