Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale Boğazı, itilaf devletleri için İstanbul’a uzanan yolun açılmak zorunda olan tek kapısıydı. İstanbul’un düşmesi Osmanlı’yı savaş dışına itmekten başka Balkanları kendi taraflarına çekmeyi ve Rusya ile karşılıklı bağlantılarının açılmasını sağlayabilirdi ancak bu büyük planın tek koşulu Çanakkale’yi geçmekti. Diğer yandan Çanakkale’nin Osmanlı devletinin savunulması için ne denli önemli olduğunu gören Almanya, Boğaz’ın İngiltere ve Fransa’nın geçme girişimine karşı mutlak savunulması gerektiğini biliyordu.
Kasım 1914 ile Ocak 1916 arası olağanüstü yoğunlukta yaşanan Çanakkale Savaşlarında taraflar büyük kayıplar verdiler. Çeşitli cephelerde süren Dünya Savaşı, Anadolu’yu tüketmiş, göç ve yoksulluk beraberinde salgın hastalıkları getirmişti.
Kırmızıya boyandı
Osmanlı entelektüel zümresinin yetiştiği üç ana kurum olan Harbiye, Mülkiye ve Tıbbiye’nin öğrencileri de silah altına alınmıştı. Toplumun tüm sınırlarının katıldığı Çanakkale Savaşları, Mustafa Kemal’in “Biz Anafartalar’da bir Darülfünun gömdük” sözlerine özetlendi.
1915 Çanakkale: 25 Nisan’da gece yarısından sonra Anzaklar İngilizlerle birlikte Arıburnu’nda Gelibolu’ya çıktılar. Yamaçtan aşağı
Her bir fani gibi doğumunun 96. yılında çağdaş Azerbaycan Cumhuriyeti”nin kurucusu, ulu önderimiz Haydar Aliyev”i de dünyaya emanet ettiği eserleriyle anmak her birimizin vazifesi olduğu inancındayız. Fakat Haydar Aliyev”i öteki fanilerden farklı kılan sayısız özellik ve husus bulunmaktadır. O husus ve özelliklerin başında “Devlet adamı” niteliği gelmektedir.
“Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duyğularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız, bu kâfidir.”
Türkiye Cumhuriyeti”nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün bu anlamlı sözleri aslında ülkeleri çağdaş ilke ve temeller üzerinde kuran tüm liderler için geçerlidir. Zira onları yaşatan dinamikler geleceğin ve belki sonsuzluğun ta kendine ait olan dinamiklerdir. Evet onların kurdukları dün, bizim bugünümüz, bizden sonrakilerin yarını, ”Devlet adamı” niteliği herkesten kabarık olan o liderlerinse geleceği ve ebediyetidir. Onlar kendi ebediyetlerini gelecekten çok önce kurmuş ender insanlardır.
Henüz İkinci Dünya Savaşı’ndan önce devlet kademesindeki onurlu görevine başlayan Haydar Aliyev’in seçkin devlet adamı niteliği kazanmasındaki ana etken tüm basamakları profesyonellik, disiplin ve
Hızla ilerleyen teknoloji ve sosyo-ekonomik zorunluluklar insanları, toplumları ve şehirleri göreli bir etkileşim altında tutmaktadır. Artık Doğu ile batı, modernle geleneksel ya da yerel ile evrensel arasında belirli bir denge ve ahenk önem kazanmaktadır. Eğer marka şehirler meydana getirmek istiyorsanız markalaşmış organizasyonlar oluşturmalı ve bunu farklı medeniyet/kültürlerle yoğurmalısınız. Bir başka ifadeyle geleneği korumalı ancak yeniliği bu potada uyumlaştırmalısınız.
Bugün dünyadaki şehirleşmenin ve etkili bir öykü çıkarabilmenin şifresi belki de burada yatmaktadır.
Türk Dünyası da uzun soluklu, kurumsal ve bütünleşik olarak tasarlanması gereken bir öyküye ihtiyaç duymaktadır. Burası bir ayrışma veya kendi içerisinde sıkışan bir birliktelik değil aksine dünya ile daha etkin bir işbirliğinin itici gücü olarak irdelenmelidir. Türk Dünyası neresi derseniz Türkiye’nin de içerisinde yer aldığı 7 Türk Cumhuriyeti ve özerk/muhtar cumhuriyetler sayılabilir... Bu birlikteliğin yegane zemini elbette kültür olacaktır.
Hem tarihsel olarak bir bütünsel kültür hedefine ulaşmak hem de günümüz gerçekliğine öykünerek her bir kültürün kendi mecrasında büyümesi ve gelişmesini sağlamak. Çok
Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale Boğazı, itilaf devletleri için İstanbul’a uzanan yolun açılmak zorunda olan tek kapısıydı. İstanbul’un düşmesi Osmanlı’yı savaş dışına itmekten başka Balkanları kendi taraflarına çekmeyi ve Rusya ile karşılıklı bağlantılarının açılmasını sağlayabilirdi ancak bu büyük planın tek koşulu Çanakkale’yi geçmekti. Diğer yanda Çanakkale’nin Osmanlı devletinin savunulması için ne denli önemli olduğunu gören Almanya, Boğaz’ın İngiltere ve Fransa’nın geçme girişimine karşı mutlak savunulması gerektiğini biliyordu.
Kasım 1914 ile Ocak 1916 arası olağanüstü yoğunlukta yaşanan Çanakkale Savaşları’nda taraflar büyük kayıplar verdiler.
Çeşitli cephelerde süren Dünya Savaşı, Anadolu’yu tüketmiş, göç ve yoksulluk beraberinde salgın hastalıkları getirmişti. Osmanlı entelektüel zümresinin yetiştiği üç ana kurum olan harbiye, mülkiye ve tıbbiyenin öğrencileri de silah altına alınmıştı. Toplumun tüm sınıflarının katıldığı Çanakkale Savaşları, Mustafa Kemal’in “Biz Anafartalar’da bir Darülfünun gömdük” sözlerinde özetlendi.
1915 Çanakkale: 25 Nisan’da gece yarısından sonra Anzaklar İngilizlerle birlikte Arıburnu’nda Gelibolu’ya çıktılar. Yamaçtan aşağı inen bir grup Türk
“Çin,‘Bir Kuşak Bir Yol Projesi’ ile Asya, Avrupa ve Ortadoğu’yu birbirine bağlayan devasa bir altyapı ve ulaşım, yatırım, enerji ve ticaret ağı oluşturmayı amaçlamaktadır. Türkiye’nin bu artan ticaret hacminden daha fazla pay sahibi olmasını sağlamak için ana ulaştırma koridorları üzerinde yer almak zorundayız”
Asya ve Avrupa arasında, Doğu-Batı güzergâhında, kuzey, güney ve orta koridor olmak üzere üç ana koridor bulunmaktadır. “Orta Koridor” olarak adlandırılan ve Çin’den başlayarak Orta Asya ve Hazar bölgesini ülkemiz üzerinden Avrupa’ya bağlayacak hat, tarihi İpek Yolu’nun bir devamı olarak büyük öneme sahiptir. Orta Koridor, Çin’den başlayarak Kazakistan ve Azerbaycan üzerinden Türkiye’ye ulaşmakta buradan da Avrupa’ya bağlanmaktadır. Bu tablo içinde Avrupa ve Asya’yı tarihsel olarak bağlayan İpek Yolu güzergâhı yeniden önem kazanmış, yeni bir süper güç olmaya aday Çin Halk Cumhuriyeti, Modern İpek Yolu’na yönelik çok önemli bir açılım başlatmıştır. “Bir Kuşak Bir Yol Projesi” olarak adlandırılan ve Mart 2015’te Vizyon Belgesi yayınlanan girişim çerçevesinde Çin; Asya, Avrupa ve Ortadoğu’yu birbirine bağlayan devasa bir altyapı ve ulaşım, yatırım, enerji ve ticaret ağı
2013 yılında Çin Devlet Başkanı Sayın Xi Jinping uluslararası toplum tarafından takdir edilecek Bir Kuşak Bir Yol Girişimi’ni ortaya çıkararak dünyanın farklı ülkelerini İpek Yolu Ekonomik Kuşağı ve 21. Yüzyılda Deniz İpek Yolu’nu ortaklaşa inşa etmeye davet etmiştir. Türkiye, eski İpek Yolu’nun muhteşem geçmişinin önemli bir parçası ve Bir Kuşak Bir Yol Girişimi’ne destek vereceğini açıklayan ilk ülkelerden birisidir. Çin ve Türkiye, 2015 yılında Bir Kuşak Bir Yol ve Orta Koridor Girişimi’nin uyumlaştırılmasına ilişkin Mutabakat Zaptı’nı imzalamıştır. İki tarafın birkaç yıldır süren denemeleri ve çabaları sayesinde Bir Kuşak Bir Yol’un Türkiye’de kök salmasına tanık oluyoruz.
İki ülke arasında mega projeler üzerindeki işbirlikleri meyve vermeye başladı. Çinli şirketler, Tuz Gölü Doğalgaz Yer Altı Depolama Tesisi, Emba Hunutlu Termik Santrali, Ankara ve İstanbul’un metro araçları, Kumport Limanı gibi birçok mega projenin inşaatına katılarak Türkiye toplumu ve şirketlerinin işletme maliyetlerinin azaltılmasına ve Türkiye ekonomisinin daha kaliteli ve sürdürülebilir bir şekilde gelişmesine katkıda bulunuyor.
İhracatta hızlı artış
Türkiye’nin Çin’e ihracatında hızlı bir artış
Her yıl bu zamanlarda tüm dünyada ve Amerika Birleşik Devletleri’nde öğrenciler, Amerika’daki yüksekokul ve üniversitelerden gelecek kabul mektuplarını merak içinde beklerler. Kabul alan bu öğrencilerden biriyseniz sizi tebrik ediyorum! Bu aşamada elbette bir tercih yapmanız gerekiyor. ABD’nin Türkiye’deki diplomatik misyonunun başı olarak, ABD’deki bir yüksekokul ya da üniversiteden gelen teklifi neden kabul etmeniz gerektiğini size kısaca açıklamak isterim. Sizi, yüksek öğrenim için Amerikan üniversitelerini tercih eden, 15.000’i Türkiye’den olmak üzere dünyanın dört bir köşesinden gelen bir milyon uluslararası öğrenciden biri olmaya davet ediyorum.
Geçtiğimiz yaz Türkiye’ye gelişimden bu yana, ABD üniversitelerinde yaşadıkları deneyimleri pozitif bir bakış açısıyla paylaşan çok sayıda yetenekli Türk ile karşılaştım. “Olmak istediğiniz kişiyi oluyorsunuz, istediğinizi yapabiliyorsunuz ve gerçek manada kişiliğinizi buluyorsunuz”, “Amerikan üniversitelerinde sadece akademik eğitim verilmiyor, sizi gerçek dünyaya hazırlıyorlar ve kariyerinize başladığınızda gerekli kaynakları sizlere temin ediyorlar.” ve “Eğitim aldığım Amerikan üniversitesinin bana sağladığı esnekliği ve
ABD Başkanı Donald Trump’ın 1967 yılındaki Arap-İsrail Savaşından beri İsrail işgali altında bulunan Suriye’ye ait Golan Tepeleri üzerindeki İsrail egemenliğini tanıyan kararnameyi (25 Mart 2019) imzalaması üzerine Demokratik Sol Parti (DSP) Parti Meclisi Üyesi, eski Adalet Bakanı Prof. Dr. Hikmet Sami Türk, aşağıdaki yazılı açıklamayı yaptı: “İsrail, 1967 yılındaki altı günlük Arap-İsrail Savaşından bu yana stratejik önemi haiz, Suriye’ye ait Golan Tepeleri üzerindeki işgalini sürdürüyor. 1973 yılında Suriye’nin Golan Tepelerini geri almaya yönelik askerî harekâtı başarılı olamadı; fakat İsrail ve Suriye, askerî kuvvetlerini Golan plâtosundan çekme konusunda anlaştı. O zamandan beri bölgede Birleşmiş Milletler Barış Gücü görev yapıyor.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, başlangıçtan itibaren İsrail’e işgal ettiği Golan Tepeleri’nden geri çekilme çağrısı yapan kararlar aldı. 1967’deki 242, 1973’deki 338 ve 1981’deki 497 sayılı Güvenlik Konseyi kararları, ABD dahil 15 üyenin oybirliğiyle alınmış kararlardır. Fakat İsrail, bu kararlara aldırış etmediği gibi; 1981 de çıkardığı Golan Tepeleri Kanunu ile bu toprakları ilhak yoluna gitti. Güvenlik Konseyi, bunun üzerine oybirliğiyle