Gün geçmiyor ki yeni kavramlar, yeni anlamlar ve yeni açıklamalar önümüze gelmesin. Doğal olarak bu gelişmeler anlamlarda da yanlış, yanlı olmayı getiriyor. Bunlardan biri “globalleşme”dir ve son Davos toplantısının ana konusunu oluşturmakta idi. Davos’ ta ortaya konduğu gibi çok boyutlu, çok etkenli, çok bilinmeyenli bir global çatışmanın sancıları var dünyamızda. Globalleşmeye yönelik; teknolojik yıkımın getirdiği tehditler, yükselen eşitsizlik, refahın artmaması, çevre ve iklim değişiklileri, cinsiyet, ırk ve din ayrımlarının da atması konularında ortaya çıkan hoşnutsuzluk popülizmin dünya çapında yükselişine neden olabilmekte ve demokrasiyi tehdit eder hale gelmektedir.
Kavram karmaşası
Globalleşme konusunda da kavramlar ve sözcükler havalarda uçuşuyor. Bunlardan bir tanesine göre, Globalizm ile Globalization arasında fark olduğu ileri sürülmektedir. Globalizasyon; teknoloji, fikirler, insan ve ürünlerin odağında yaratılan bir kavram. Globalizm ise; daha çok siyasal bir tercih olan küresel olarak neo-liberal politikaları ulusal çıkarların önünde kabul etmesidir.
Öte yandan en gerçekçi kavramsal açıklamayı yapan Ritzer’ e göre, globalleşme iki ayrı kavrama bölünüp incelenebilir.
1.G
Türk Deniz Kuvvetleri Komutanlığının 103 parça gemisiyle, Karadeniz, Ege ve Akdeniz gibi üç farklı denizde 27 Şubat-08 Mart 2019 tarihleri arasında icra ettiği Mavi Vatan Tatbikatı yurtiçi ve yurt dışında çok büyük ses getirmiştir. Deniz Kuvvetleri Komutanlığının 25 Şubat tarihli basın bildirisinde, tatbikatın maksadı; bahse konu her üç denizde, jenerik bir senaryoya bağlı olarak, harekât merkezlerinin çalışma usullerinin denenmesi, diğer kuvvet unsurlarıyla müştereken çalışabilirlik metotlarının ve denizde Görev Grubu seviyesinde mevcut harekât nevilerinin denenerek, katılan unsurların harbe hazırlık seviyelerinin yükseltilmesi olarak belirtilmiştir.
Bir donanmanın birden fazla denizde aynı anda harekât yapabilme yeteneği, yüzer, dalar ve uçar unsurları ile karargâh, kurum ve birliklerinin; harekât, personel, eğitim, lojistik ve bakım-onarım imkân ve kabiliyetleriyle doğru orantılıdır. 15 Temmuz 2016 tarihli kalkışmanın bastırılması sonrasında; donanmamızın kısa sürede silkinerek, böylesine büyük çapta bir tatbikatı planlayıp icra etmesi ve özellikle Ege ve Doğu Akdeniz’deki çıkar ve menfaatlerimizle ilgili savunma yeteneğinin gözler önüne serilmesi, başlı başına bir başarıdır.
ALP KIRIKKANAT
1983 yılında Kabataş Erkek Lisesi’ni, 1987 yılında ise Deniz Harp Okulu’nu bitirdi. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın çeşitli harp gemilerinde branş subaylığı, bölüm amirliği, 2. komutanlık ve gemi komutanlığı görevleri sonrasında müşterek karargâh ve birliklerde güvenlik konularında proje subaylığı ve şube müdürlüğü yaptı. 2006 yılında Atılım Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler alanında yüksek lisansını tamamladı. 2011 yılında emekli oldu.
İstihbarat, bir sorun karşısında talep edilen bilgilerin, bilimsel ve sistematik olarak toplanması, değerlendirilmesi ve kıymetlendirilmesi neticesinde, meselenin gerçeğe yakın iz düşümlerini ya da gerçek resmini anlamamıza yardımcı olacak bir bilgi üretim disiplinidir. Bu tanım, bu konudaki kendi kişisel görüşümün bir ifadesidir. Her seviyedeki bilgi üretiminde, kesin sonuca ulaşmak genellikle zordur. Birçok disiplini bir araya getirmek zorundasınızdır. Her şeyden önce plansız ve programsız bir istihbaratın olamayacağını da hatırlatmam gerekir. Sisteminiz ne kadar güçlü olursa olsun; ortaya konulacak sonucun, yani istihbaratın, kalitesi en başta sorulan soruların, taleplerin ve kriterlerin doğruluğuyla orantılıdır. Mümkün
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) Ek 16 Numaralı Protokol (Protokol), Ulus Yüksek Mahkemeleri ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) arasındaki diyaloğu düzenlemektedir.
Protokol’ün 7. ve 8. maddeleri uyarınca Protokol, 10 sözleşmeci devletin Protokol’e taraf olma iradelerini yazılı olarak Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’ne bildirdikleri tarihten itibaren hesaplanacak 3 aylık süreyi takip eden takvim ayının 1. gününde yürürlüğe gireceği belirlenmiştir.
Protokol 02/10/2013 tarihinde imzaya açılmış ve bizde 20/12/2013 tarihinde imzalamışız.
Taraf devlet sayısı 22 oldu
Ayrıca Finlandiya, Ermenistan, Fransa, San Marino, Slovakya ve Slovenya tarafından hemen başlangıçta Protokol’ü imzalayan taraf devlet olmuşlardır.
Protokol’ün yürürlüğe girebilmesi için toplam 10 ayrı devletin taraf olması ve onaylaması gerekmektedir.
Nitekim 10 ülkenin Protokol’e taraf olmasının ardından 1 Ağustos 2018 tarihinden Protokol yürürlüğe girmiştir.
Yukarıda belirttiğimiz 6 Devletin yanı sıra bilahare Arnavutluk, Estonya, Gürcistan, Litvanya, Hollanda’nın da onaylaması ile taraf devlet sayısı 11 olmuştur.
Harari’nin toplumdaki genel eğilimle zıtlık teşkil eden tutumunu ateistlik, veganlık ve eşcinsellik. Bu özellikler, fikir, sanat ve eğlence sektöründe tersine bir eğilimle ilgi çekici niteliklere dönüşüyorlar
Kitapta ilgi çekici hususlardan birisi de birkaç defa konuyu eşcinselliğe ve oradan da kendi aile hayatına getirmesi. Cinselliğe ilişkin tabular konusunda ise mevcut sınırları “akıl” temelinde yeniden çizmeye çalışıyor. Bu konuya girmeden önce Harari’nin üç başlıkta toplumlardaki genel eğilimle zıtlık teşkil eden tutumunu öne çıkarttığını söylemeliyim: Ateistlik, veganlık ve eşcinsellik. Üçü de ana damar üzerinde yer alan insanların “ilgi çekici” buldukları hususlar. Olağan hayatta sıra dışı bulunan ve yer yer kültürel tepkilerle karşılanan bu özellikler, düzlemin değiştiği iki alanda (ki bunlardan birisi fikir ve sanat alanı, diğeri ise eğlence sektörüdür) bu defa tersine bir eğilimle ilgi çekici niteliklere dönüşüyorlar. İnsanlığın bu üç konuya ilişkin aklını, eğilimlerini, yorumlarını değerlendirirken üstat, konuyu bütün yönleriyle görmeye çalışan bir düşünür gibi değil de, bunlarla şahsi meselesi olan bir profesyonel temsilci gibi davranıyor. Dostoyevski’nin “Tanrıya benim
“... Savaşlarda en çok ölümler ilerlemenin en fazla olduğu modern zamanlarda gerçekleşti. Bugün de bölgesel savaşlarda yine on binlerce insan hayatını kaybetmeye devam ediyor. Dinlerle değil ama bilim ve teknikteki ilerleme ile savaşlar ve ölümler arasında bir bağ kurmak için daha fazla nedenlerimiz var...”
Bilim ve teknik gelişmelerin geleneksel dinlerin işini bitirdiği tezi yeni olmadığı gibi bunu ateşli bir şekilde dile getiren ilk kişi de Harari değil. 19. Yüzyıl bilime duyulan inancın zirve yaptığı, tüm sorunların ve bilinmezlerin bilim marifetiyle çözülüp açıklanacağı, dolayısıyla sır, gizem, Tanrı, din konularının da artık tarihe karışacağı tezini çok daha ateşli şekilde savunan pozitivist kalemler, buna kuvvetle inanan çok sayıda insan vardı. Aynı zaman diliminde Sosyal Darvinistlerin (tabiat güçlünün zayıfı yenmesiyle mükemmele gidiyorsa aynısı topum için olmalı), Öjenistlerin (genetik bilimi marifetiyle ırkların ıslahı) bilimsel görüşlerin ortaya çıktığını unutmayalım. Nietzsche, Harari’nin utangaç biçimde söylediğini bir yüzyıldan daha fazla zaman önce açıkça haykırmıştı: “Tanrı öldü.” (Elbette Harari bir Nietsche değil.) Öte yandan August Comte sosyolojinin teşekkülünde
“Harari için günümüzün popüler filozofu demek kanımca yanlış olmaz. Bununla kastettiğim, “çok okuyucuya ulaşma, dolayısıyla popüler bir dil ile metnini ve mantığını kurma” günümüzün yayıncılık hayatı için artık “elzem” kabul edilen “halkla ilişkiler”e yaslanmadır...”
Harari’nin 21. yüzyıl için 21 ders kitabını bitirdiğimde, bir kez daha bir kitaba varlık kazandıran dış nedenler ile konusunu anlatma biçimi ve içeriğini oluşturma şartları arasındaki derin bağ üzerine düşündüm. Bu önemli. Okuyucu kitabı eline alır ve yazı kültürünün olağanlaşmış akışı içinde “giriş, gelişme ve sonuç” esaslı mantığı ile baştan sona okur. Fakat yazar zihninde konuyu oluştururken hangi saiklerin etkisi altındadır, bu onun yazma biçimine ve içeriğe nasıl nüfuz eder, neler değişir ve dönüşür, sıralama ve bütünlük nasıl oluşur? Bunlar önemlidir, eğer yazar bu konulara ilişkin bazı ipuçları sunmuş ise bu verileri de kullanarak bazı değerlendirmeler yapmak mümkün hale gelir.
Harari için günümüzün popüler filozofu demek kanımca yanlış olmaz. Bununla kastettiğim, “çok okuyucuya ulaşma, dolayısıyla popüler bir dil ile metnini ve mantığını kurma” günümüzün yayıncılık hayatı için artık “elzem” kabul edilen “halkla
Bu sorunları kısaca;
1.Kanundan,
2.Bürokrasiden,
3.İnsan kaynakları ve mekandan kaynaklanan şeklinde sıralayabiliriz.
Kurumun, Batıda örnekleri görüldüğü üzere daha etkin ve fonksiyonel olabilmesi adına 6328 sayılı Kanunun ivedi değişmesi gerekmektedir. Bunlar aşağıda sıralanmıştır.
1.Ülkemizde hak arama kültürünün yeterince gelişmediği ve insanımızın kamu görevlilerini şikayetten çekindikleri için Başdenetçinin re’sen inceleme ve araştırmaya başlayabilmesi gerekmektedir. (Anayasanın 90’ıncı maddesi ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşme (İHAS ) ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) içtihatları gözetilerek Yönetmeliğimizle başta çocuk hakları, temel hak ve hürriyetler vb. olmak üzere uygulamada esnetilmişti).