Düşünenlerin Düşüncesi

Düşünenlerin Düşüncesi

dusunce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

MEHMET Ş. ONANER
1946’da İstanbul’da doğmuştur. SBF mezunudur. Viyana ve Rabat Büyükelçilikleri Ekonomi ve Ticaret Müşavirliklerinde görev yapmıştır. 1990/91 yıllarında Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı’nda Avrupa Topluluğu Koordinasyon Genel Müdürü olarak, 1991-95 arasında BM nezdindeki Cenevre Daimi Temsilciliği’nde, ilk iki yıl Başmüşavir, son iki yıl Daimi Temsilci Yardımcısı ünvanıyla, Uruguay Round Çoktaraflı Ticaret Müzakereleri’nde Türkiye’yi temsil etmiştir. 1998-2001 yıllarında Hazine Müsteşarlığı, Yabancı Sermaye Genel Müdürü olarak görev yapmıştır. 2001-2004 arasında BM nezdinde New York Daimi Temsilci Yardımcısı (Hazine) görevini yürütmüştür. 2005 yılında emekli olmuştur. İstanbul’da yaşamaktadır.

Haberin Devamı

1980’li yılların ikinci yarısında ve 90’lı yılların başında zamanın Başbakanı rahmetli T. Özal bizlere (üst düzey bürokratlara) kızardı. “Hep olamayacakları söylüyorsunuz. Bu iş nasıl olur, onu bana söyleyin” derdi.
Olamayacak olan neydi? Hem AB ile Gümrük Birliği sürecini sürdürmek, hem de ABD ile Serbest Ticaret Anlaşması (STA) yapmak. (O tarihlerde Avrupa Topluluğu’nun Amerika ile STA imzalaması gündemde değildi).
Hatırlanacağı üzere, Türkiye 14 Nisan 1987 tarihinde AET’yi (Avrupa Ekonomik Topluluğu) kuran Roma Andlaşması’nın 237. maddesine göre “tam üyelik” başvurusunda bulunmuştur.
Türkiye, ayrıca 1988 yılı sonunda alınan bir kararla, o yıla kadar askıya aldığı gümrük indirimi ve OGT’ye (Ortak Gümrük Tarifesi) uyum takvimini yeniden ve hızlandırılmış olarak uygulamaya başlamıştır.

ÖZAL’IN?ÇABASI...
Avrupa Topluluğu (bugün; Birliği) Komisyonu 18 Aralık 1989’da “Görüş”ünü Konsey’e sunmuş ve bazı başka nedenlerin yanı sıra, “Türkiye’nin mevcut ekonomik ve politik durumunun katılım müzakerelerine başlanmasına elverişli olmadığı” bildirilmiştir.
İşte bu ortamda, içerden ve dışardan bazı çevrelerin görüş ve telkinlerinin de etkisiyle (ABD ile bir Serbest Ticaret Anlaşması yapılması için bazı Amerikan danışmanlık şirketleri-ücreti karşılığı- rapor hazırlamaktaydı) Başbakan Özal bir taraftan AB ile ilişkileri canlandırmak için çaba sarfederken, diğer yandan Amerika ile bir STA imzalanması üzerinde durmuştur.
Bugün geldiğimiz noktada, 1.1.1996 tarihinde yürürlüğe giren AB ile Gümrük Birliği uygulamamızın 17. yılında AB ile ABD arasında bir serbest ticaret ve yatırım alanı yaratmayı amaçlayan Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) oluşturulması olasılığı ile karşılaşmış bulunmaktayız.
Türkiye Gümrük Birliği’ni tamamlayıp, Serbest Ticaret Anlaşmaları’nda olmayan Ortak Gümrük Tarifesi’ne uyum yükümlülüğünü ve Ortak Ticaret Politikası’na uyumu (AB’nin 3. Ülkelerle yaptığı tercihli ticaret hükümleri içeren anlaşmalar vb) -tam üyelik beklentisiyle- üstlenince bazı riskler almıştır. Belki de, olası sorunları zaman içinde aşmak için AB ile müzakere edebileceğini düşünmüştür.
Ancak, 3. ülkelerin Türkiye ile STA yapmak konusundaki gönülsüzlükleri ve AB’nin buna ilişkin sessizliği haksız rekabet yaratmakta, indirimli gümrük vergisi (OGT) uyguladığımız bu ülkeler Türkiye’ye AB’ye uyguladıkları tercihli rejimi işletmemektedir. Bu durumda, “üçgen trafik”, “menşe kümülasyonu”, “trafik sapması” gibi sorunlar gündeme gelmektedir.
Son yıllarda dünya ticaretinde küreselleşmenin yoğunlaşmasıyla “Global Value Chains” denilen, özellikle çokuluslu şirketlerin nihai ürünlerinin oluşumunda değişik ülkeleri kullanmak suretiyle yeni “değer zincirleri” yaratmaları, ülkeler arasındaki tercihli ticaret rejimlerinin önemini daha da arttırmaktadır.

Olası sakıncalar
Tam üye olmadan (AB’nin karar alma sürecinde yeralmadan) Gümrük Birliği’ne katılmış olmanın zorlukları, bunun yaratabileceği sakıncalar geçmişte de, muhtelif ortamlarda, değişik vesilelerle dile getirilmiştir.
Bugün ise, Türkiye’nin rakibi önemli üçüncü ülkelere (örneğin, G. Kore) ek olarak AB’nin ABD ile bir tür STA yapacak olması, dışticaretimizin yaklaşık yüzde 40’ını oluşturan 27 ülke ile, ithalatımızda dördüncü sırada yeralan ABD gibi iki dev grubun karşısında Türkiye’yi iyice “korumasız” bırakacaktır.
Bu ihtimal, halen endişe kaynağı olan dış ticaret açığı ve giderek, cari işlemler açığı üzerinde de baskı yaratabilecektir. Avrupa Birliği ile aramızdaki ilişkilerde karşılıklı şikayetler hep gündemde olmuştur. AB tarafından yansıtılanlar daha çok siyasi iken, Türkiye’nin şikayetleri daha somut- STA’ların yarattığı haksız rekabet, vize, TIR’lara kota uygulaması vb- olarak malların, kişilerin, hizmetlerin serbest dolaşımını doğrudan etkileyen konularda yoğunlaşmıştır.
“Mikro” diyebileceğimiz bu konuların ötesinde Türkiye’nin AB ile “makro” meselesi “boşlukta” durmaktadır.

AB’nin tipik cevabı
Şu anda Türkiye’nin ihmal edemeyeceği konu “tam üyelik perspektifi”dir. (Eğer, AB ile bir tür bütünleşme hedefi gündemimizdeki yerini koruyorsa). Diğer bir ifadeyle, karar alma sürecinin içine hangi şekilde ve tarihte katılınacağına dair saydamlığa, bir öngörüye sahip olmamız gerekmektedir.
Avrupalıların bu tür sorulara verdiği tipik cevap, özetle, şöyledir: “Bizler şimdi yeni oluşumlar içindeyiz- bazen Tek Pazar, bazen Maastricht Anlaşması, kimi zaman Avrupa Anayasası vb- genişlemek değil, önceliğimiz kendi içimizde bütünleşmek, yeni katılımlara sonra bakarız”.
İyi de, bu laflar edildiğinden bu yana kaç kez genişleme yaşandı ve 27 ülkeye ulaşıldı. 28. üye (Hırvatistan) eli kulağında...
Artık bizim de, onların da yeni bir düşünce yapısını benimsememiz gerekmez mi? Türkiye’nin Avrupa’daki yerini, onların yaklaşımları, zamanlamaları ve geleceklerine ilişkin tercihlerinden daha çok Türkiye’nin nasıl bir oluşumda yer almayı öngördüğü belirlemelidir.
Farklı iki hızda ilerleyen (çift vitesli) bir AB mi, bugünkü İngiltere’nin konumu benzeri veya başka bir durum mu tercih eder Türkiye?
Katılım müzakerelerine başlayalı 10 yıl olacak yakında. “Fasıl” açılmıyor, açılıyor, kapanmıyor... Halkın deyimiyle, “cambaza bak” durumu! Bu arada, STA, vize, kota diğer konular askıda, ciddi bir gelişme olmuyor, çıkarlarımız zedelenmeye devam ediyor.

İstekli değiller
“Makro” boyutu unutmadan “Mikro” boyuta- belki de ülkemizde makro-ekonomik yansımaları olabilecek- geri dönersek...
“Gümrük Birliği’ni gözden geçirelim veya bozup, Serbest Ticaret Anlaşması yapalım”. Bu yüksek sesle ifade etmekle ulaşılabilecek bir hedef değildir. İhtimallere göre müzakere pozisyonunuzu ve dosyalarınızı hazırlarsınız, “ev ödevinizi” tamamlarsınız ve eskilerin deyimiyle “mücehhez” olarak, kurumlar arası takım oyunu içinde, masaya oturursunuz. Bunun için Türkiye’nin hem bürokratik ortamda, hem akademi ve iş çevrelerinde, hem de geçmiş siyaset kültüründe yeterli bilgi ve deneyim birikimi mevcuttur. Yeter ki, “kurumsal hafızamızı” kaybetmiş olmayalım! (Belki de, bütün bu aşamalardan geçilmiştir, bilmiyorum).
Başa dönüp hatırlatmak istediğim bir konu var. Yıllar önce rahmetli T. Özal ABD ile STA imzalamak konusunda çaba gösterirken, hafızam beni yanıltmıyorsa, Amerikan resmi makamları bu konuda fazla arzulu görünmüyorlardı. Bugün, AB ile böyle bir anlaşma yapmak aşamasına geleceklerse, benzer hükümler içeren bir belgeyi Türkiye ile imzalamak için çok gayretli olacaklarını hiç sanmıyorum.