Prof. Dr. NİYAZİ ÖKTEM
1964’te Galatasaray Lisesi’nden, 1971’de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. 1972’de Hukuk Felsefesi ve Sosyoloji Asistanı oldu. 1977’de doktorasını tamamladı. 1981’de Doçentliğe, 1988 yılında ise Profesörlüğe yükseltildi. 1989 yılında Fransız Palmes Académiques tarafından LÈgion d’honneur Şövalye unvanına layık görüldü. 1994-1997 yılları arasında Galatasaray Üniversitesi, İletişim Fakültesi Dekanlığı’nı yürüttü. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi ve Toplum Bilim derslerine girdi. Doğuş Üniversitesi’nde Hukuka Giriş ve Hukuk Felsefesi dersleri vermeye devam etmektedir. Ayrıca Doğuş Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku Bölüm Başkanlığı ve Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi Anabilim Dalı Başkanlığı görevlerini yürütmektedir.
Öyle anlaşılıyor ki, ‘barış sürecinde’ olumlu bir aşamaya ulaşılırsa Barış ve Demokrasi Partisi ile Adalet ve Kalkınma Partisi yeni anayasa bağlamında uzlaşacaklar. Türkiye Cumhuriyetinin kurucu çoğunluğunu oluşturan iki halkın, ortaklaşa bir sivil anayasa yapmaları demokrasi açısından önemli bir aşama olduğu kadar tarihsel bir örnek de oluşturabilir.
Bu anlaşma ve barış sürecinde en önemli sorunları başında vatandaşlık tanımı gelmektedir. Kürtler, ‘Türk’ sözcüğünün yer aldığı bir vatandaşlık tanımından rahatsızlık duymaktadırlar. Okullarda ’varlığım Türk varlığına armağan olsun’ tarzındaki yoğun ant içmeler ve benzer söylemler onları ve diğer farklı kimlikleri rahatsız etmiştir.
HUKUKSAL KİMLİK
Devletler belli adlarla kurulmuştur. Fransa, Almanya, ABD, vs. vs. Bu ülkelerde yaşayan vatandaşların hukuk bağlamındaki adları da Almandır, Fransız’dır, Amerikalıdır, Türk’tür. Ülkeler adlarını ya bulundukları coğrafyadan, ya çoğunluğu oluşturan halktan, ya da Osmanlıda olduğu gibi kurucu hanedanlardan almışlardır. Hukuksal kimlik açısından coğrafya ve hanedan adlı devletlerde sorun yoktur. Bir ABD vatandaşı için, etnik, kültürel, ırksal, dinsel kökeni ne olursa olsun Amerikalıyım demek sorun oluşturmaz. Keza bir Ürdünlü için de aynı şey söz konusudur. Ürdün, Mısır, Lübnan gibi etnik etmenlere göre adlandırılmayan ülkeler hep böyledir. Adam Sünni Arap’tır, Çerkez’dir, Nusayri’dir vs., ama hukuken Ürdünlü, Mısırlı ya da Lübnanlıdır, o ülkelerin vatandaşıdır. Eskinin büyük İmparatorluklarında da durum benzer konumdaydı. Adam Yahudi milletinden, Hıristiyan milletinden, İslam ümmetindendi ama hukuksal kimlik olarak Osmanlı vatandaşı idi.
Son yüzyıllardaki ulus devlet kurma sürecinde etnik, kültürel ve ırksal kimlikler öne çıktı ve devleti kuran çoğunluktaki ulusun adı devlet adına dönüştü. O devleti vatandaşının hukuksal adı da çoğunluğun etnik kimliğini yansıttı. Kuşku yok ki böyle bir durum, azınlıktaki etnik kimlikleri rahatsız etmiştir. Özellikle de bizde olduğu gibi çoğunluğun dayatmaları da gündeme gelmişse...
DAYATMAYA İTİRAZ
Türkiye Cumhuriyet kurulurken coğrafi etmene bağlı olarak Anadolu Cumhuriyeti ismi benimsenmemiş, Türkiye tercih edilmiştir. Anadolu denmiş olsaydı Trakya dışlanacaktı. Türklerle birlikte ortak vatan kurtarma mücadelesi veren Kürtler de itiraz etmemiş, hatta büyük oranda desteklemişlerdir. Dayatmalarla birlikte itirazlar yükselmiştir.
Barış sürecinin aksamaması ve sivil bir anayasanın yapılabilmesi için tarihsel ve bilimsel verilerin çerçevesinde, vatandaşlık tanımına yeni bir yaklaşım getirmek kaçınılmaz bir zorunluluktur. Her şeyden önce sadece Kürtlerin değil, tüm etnik, kültürel, dinsel ve mezhepsel farklılıkların hak ve özgürlükleri yasal ve anayasal olarak güvence altına alınmalıdır. Öte yandan da vatandaşın hukuken adının olmasının da bir hukuksal gereklilik olduğunun bilincine ulaşmak da ayrı bir zorunluluktur.
ETNİK VURGUYA HAYIR
Denilebilir ki, bazı ülkelerde böyle bir zorunluluk yok. Oralarda vatandaş değil, bireydir önemli olan. Bu nedenle de ‘vatandaşa ad konmamıştır’. Doğrudur... Ancak, ülkemiz henüz bu kültürel aşamada değildir, çünkü farklı kimlikler nedeniyle çatışmalar yaşanmaktadır. İsim koymadığınızda barış süreci, yeni anayasa güme gidebilir. Şu veya bu şekilde Türk vurgusu olmadığı takdirde, Adalet ve Kalkınma Partisine oy verenler bile olası bir referandumda ‘hayır’ diyebilirler. Öte yandan BDP’ ye oy verenler ise etnik vurgu içeren bir vatandaşlık tanımına ‘hayır’ diyeceklerdir.
Bu açmazı göz önünde bulundurarak uzlaşmacı bir metni gündeme getirmemiz gerekmektedir. Politika da zaten uzlaşma demektir. Karşılıklı ödünler vermek suretiyle her iki tarafı da tatmin edici bir metin... Hem hukuksal kimlik olacak, hem de etnik farklılıkları koruyacak... Şöyle ki:
‘Etnik, kültürel, dinsel, mezhepsel ve benzeri kimliklerin hak ve özgürleri güvence altına alınarak Türkiye Cumhuriyetine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkese(tüm bireylere) hukuken Türk (veya Türk Vatandaşı) denir’.
Böyle bir tanımda, yıllardır zoraki bir şekilde ‘alt kimlik-üst kimlik ’ zorlamaları atılmıştır. Kimliğin altı-üstü olmaz. Kimlik kimliktir, insanlar kimlikleriyle güçlenirler, mutlu olurlar. Bizim onlara ‘ o sizin alt kimliğiniz, gelin üst kimlikte birleşelim ‘demeye hakkımız yoktur. Onun kimliğinde Kürtlük vardır, Alevilik vardır, Ermenilik vardır, vardır da vardır. Ben saygı gösteririm, üst kimlik tantanasıyla onu asimile etmeye kalkmam.
HAYALE DÖNÜŞÜR
Ancak o da siyaset sosyolojisinin, tarihin verilerini göz önünde bulundurarak devletin üç öğesinden biri olan halkın (diğer ikisi ülke ve egemenlik) hukuken adlandırılmasının gerekliliğini anlama sürecine girmelidir. Karşılıklı ödünler verilmezse otoriter, devlet eksenli ’ 82 Anayasası’ süre gider; kanlar dökülür, birey eksenli, farklı kimliklerin hak ve özgürlüklerini güvence altına almayı hedefleyen anayasa bir hayale dönüşür.